Çocukken, yaz tatilleri bitmek bilmezdi. Bahçede oynadığımız bir öğle vakti, sanki bütün bir günümüzü kaplardı. Yağmur damlaları şıpır şıpır pencereye vururken, saatler ağır ağır geçerdi. Şimdi ise, takvim yaprakları adeta rüzgârda savruluyor. Bir yıl, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor. Peki, neden? Neden zamanın akışı yaşla birlikte hızlanıyor gibi hissediyoruz?
Bir kış gecesi, Ankara’nın keskin ayazı sokakları sararken, bir baba-anne kendi evinin kapısından içeri giremiyor. Evde onu bekleyen çocuğu belki “Baba-anne, hadi kartopu oynayalım” diyecek; ancak o baba-anne, siren sesleri arasında başka bir sokakta, başka çocukların güvenliği için nöbette… Belki o gece evine dönemeyecek, hatta sabaha kadar kesintisiz görevde kalacak. İşte bu, Türk polisinin çoğu zaman görünmeyen, konuşulmayan gerçeğidir.
14 Ağustos 1947… Ramazan ayının 27. gecesi, yani Müslümanlarca “Kadir Gecesi” olarak bilinen mübarek bir zaman dilimi… Karaçi semalarında dalgalanan ay yıldızlı yeşil bayrak, yalnızca bir ülkenin değil, bir milletin yüzyıllar süren duasının ve mücadelesinin sembolüydü. “Lâ ilâhe illallah” nidaları, hem inancın hem de özgürlüğün coşkulu yankısı olarak milyonların yüreğini titretiyordu. O gün Pakistan, yalnızca siyasi sınırlarını değil, gönül sınırlarını da çizen bir kimliğe kavuştu: Müslümanların özgürce yaşayabileceği, ezan seslerinin susturulamayacağı bir İslam yurdu…
Bazı yangınlar vardır ki, yalnızca toprağı değil, insanın yüreğini de kavurur. Alevlerin yuttuğu her ağacın gölgesinde, bir çocuğun kahkahası, bir kuşun kanat çırpışı, toprağın sessiz duası saklıdır. Orman yangınları bu yüzden sadece bir doğa olayı değil; hafızamızı silen, geleceğimizi karartan, nefesimizi daraltan bir trajedidir.
Bir hekim, bir akademisyen, bir yönetici ve en çok da bir insan…
Kimi hayatlar, yalnızca kendi döneminin değil, gelecek kuşakların da yol haritası olur. Prof. Dr. Enver Hasanoğlu’nun hikâyesi, Kerkük’ün tozlu sokaklarından başlayıp dünya pediatrisinin zirvesine, oradan Türkiye yükseköğretiminin dönüşüm süreçlerine uzanan bir yolculuğun adıdır. Bu, yalnızca bir yaşam öyküsü değil; çalışkanlık, vizyon, inanç ve insan sevgisinin harmanlandığı bir mirastır.
Bir gün gelecek, insanlar gökyüzüne bakacak… Ama yıldızlara değil, algoritmaların hükümranlığına teslim olmuş karanlık bir geleceğe bakacaklar. İnsan, kendi aklını kutsallaştırıp onu demirden kalelere hapsettiğinde, o kalenin surlarından bir gün sadece ışık değil, karanlık da yükselebilir.
“Tabiat, sessizce uyarır; insan ise ancak acıyla anlar.”
10 Ağustos 2025, saat 19:53.46… Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde yerin derinliklerinden gelen korkunç bir uğultu, saniyeler içinde yeryüzüne yayıldı. 6.1 büyüklüğündeki deprem, yalnızca binaları değil, hafızalarımızı da sarstı. Bir düzine bina yıkıldı; toz bulutlarının arasında çığlıklar yükseldi. Sarsıntı, çevre illerin dışında, Aydın-Kuşadası’ndan Ankara’ya, oradan İstanbul’a kadar hissedildi. “uzakta” sanmanın ne kadar boş bir teselli olduğunu bir kez daha gördük.
Bir ülkenin istikbali, sadece yükselen binalarda, otoyollarda ve sanayi tesislerinde değil; eğitim politikalarında, sınıflarda atılan tohumlarda, genç zihinlerde filizlenen hayallerde gizlidir. Daha önce kaleme aldığımız “Yapay Zekâ Eğitimini İlk ve Ortaöğretime Entegre Etmek” başlıklı yazımızda bu stratejik zorunluluğu vurgulamıştık. Bu yazı ise o çağrının bir devamı, bir derinleştirilmiş devamıdır.
Bazı haberler vardır; sadece olayları değil, vicdanları da sarsar. Son günlerde kamuoyuna yansıyan “sahte elektronik imzalarla usulsüz diploma düzenlenmesi” yönündeki iddialar da tam olarak böyle bir etki yarattı. Hukukî boyutları kadar toplumsal yansımalarıyla da dikkat çeken bu olay, sadece bir sahtecilik vakası değildir. Aynı zamanda binlerce onurlu bireyin emeğini, alın terini ve hayat mücadelesini gölgeleyebilecek bir medya dilinin sınavıdır.
Bazı insanlar vardır, isimleri sadece bir tabelada, bir salon girişinde ya da bir akademik listede geçmez. O isimler, bir milletin hafızasında, bir üniversitenin ruhunda ve binlerce öğrencinin kaderinde kök salarlar. İşte merhum Prof. Dr. Şakir Akça hocamız böyle bir isimdi. Adı anıldığında sadece bir rektör değil, bir "kurucu", bir "ideal adamı", bir "medeniyet işçisi" akla gelir. Onun ardından yazacağımız her cümle, eksik kalmaya mahkûmdur; çünkü O, yaptıklarıyla konuşmuştur, yaşattıklarıyla yaşayacaktır.
“Günün manşetleri ve en çok okunan haberlerinden ilk siz haberdar olmak istiyorsanız e-posta adresinizi Gazete ANKARA e-bültenine kayıt edebilirsiniz!”
Nasuh Akar Mah. Türk Ocağı Cad. No:28/3, 06520 Çankaya/ ANKARA
+90 (312) 285 63 33
+90 (312) 285 63 33
www.gazeteankara.com.tr
bilgi@gazeteankara.com.tr
Haber Sisteminin Android/ iPhone/ iPad Uygulamaları mobil cihazlar üzerinden anlık olarak takip edilebilmesi amacıyla tasarlanmıştır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK kapsamında toplanıp işlenir. Detaylı bilgi almak için Aydınlatma Metnimizi inceleyebilirsiniz.