İnsanlığın Ortak Ayıbı: Yolsuzluk
Diyanet’in 27.06.2025 tarihli Cuma hutbesinin konusu, kamu haklarının dokunulmazlığı üzerineydi. Çok önemli bir konu. Hutbede kamu hakkının; ‘Hukukullah’, yani Allah’ın hakkı olduğu, Allah’ın bizlere emaneti ve bu emanete sahip çıkmanın Müslümanlığın bir gereği olduğuna dikkat çekiliyordu. Kamu hakkına ihanet etmenin ise sadece bir haksızlık değil, aynı zamanda bir zulüm olduğuna vurgu yapılıyordu. Hutbeyi ilgili internet sitesinden indirip detaylı bir şekilde okuyunca farklı fikirler zihnimde canlandı. Bunlardan biri de bir kamu hakkı ihlali olan yolsuzluğun, küresel bir ayıp olması gerçekliğiydi.
İnsanlık tarihine dönüp baktığımızda, bu tarihin büyük ölçüde savaşların, sömürünün ve iktidar mücadelelerinin tarihi olduğunu görmek zor değildir. Hep bir ezenler ve ezilenler, hükmedenler ve boyun eğmek zorunda bırakılanlar olagelmiştir. Uygarlıkların ihtişamı genellikle görünmeyen bir bedelin –emeğin, alın terinin ve adaletsizliğin– üzerine inşa edilmiştir. Bertrand Russell’ın çarpıcı ifadesiyle, “medeniyet boyunca üretim fazlası, onu üretenlere değil, savaşçılara ve egemen sınıflara gitmiştir.” İşçiler, zanaatkârlar, çiftçiler çoğu zaman yalnızca karınlarını doyuracak kadarıyla yetinmeye mahkûm edilmişlerdir. Oysa yönetenler, askerler, din adamları, egemen güçler hep kaymak tabaka içinde yer almıştır. Bu durum, insanlık vicdanını derinden yaralayan, çözülmesi gereken bir sorundur.
Bugün artık kamu yönetimi anlayışındaki değişim ve bilgi-iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte bu eşitsizlik daha görünür hâle gelmiştir. Eskiden yalnızca dedikoduyla varlığı bilinen yolsuzluk olayları, artık çeşitli resmî raporlardan gazetelere, sosyal medya platformlarından sivil toplum kuruluşlarının raporlarına kadar birçok alanda ifşa edilebilmektedir. Şeffaflık arttıkça gerçekler daha netleşmekte; ancak buna rağmen yolsuzluk hâlâ küresel çapta büyük bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Bu, sadece ekonomik kaynakların kötüye kullanılması değildir. O, aynı zamanda toplumsal dokuyu kemiren, kamu güvenini zedeleyen, adaleti gölgeleyen bir ahlaki çöküntüdür.
Bir devletin hazinesi, bir milletin ortak iradesiyle oluşturulmuş kamusal bir emanettir. Bu emanete ihanet etmek; yalnızca bir kamu görevinin kötüye kullanılması değil, aynı zamanda toplumsal sözleşmeye karşı işlenmiş bir suçtur.
Bu yüzden yolsuzluk, salt bir hukuk ihlali değil; aynı zamanda etik, dinî ve hatta varoluşsal bir sorun olarak değerlendirilmelidir. Toplumsal düzenin temelini sarsan bu eylem, nesiller boyu sürecek tahribatlara yol açabilir.
Bu bağlamda dinî geleneklerin yolsuzlukla ilgili tutumları oldukça öğreticidir. Genel olarak semavi dinler –İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik başta olmak üzere– yolsuzluğu sadece dünyevî değil, uhrevî sonuçları olan büyük bir günah olarak görmüştür.
İslamiyet, yolsuzlukla mücadeleyi yalnızca bir ahlak meselesi olarak değil, imani bir sorumluluk olarak görür ve bu konuda çok daha keskin bir tutum takınır. Kur'an-ı Kerim’de “Birbirinizin mallarını haksız yere yiyip tüketmeyin ve diğer insanların mallarından bir bölümünü bilerek haksızlıkla tüketmek için hukuki hilelere başvurmayın” (Bakara 188) buyruğu bu noktada temel ilkelerden biridir. Bu ayet, bireysel ve toplumsal her türlü haksız kazancın haram olduğunu açıkça belirtir. Hadislerde de sıkça vurgulandığı üzere, rüşvet alan ve veren, ikisi de lanetlenmişlerdir. Kamu görevlisinin hediye dahi kabul etmemesi gerektiği, aksi takdirde bunun bir nevi rüşvet olacağı açıkça belirtilmiştir.
Zira kamu malı, tüm ümmetin ortak malı olup, ona el uzatan herkesin kul hakkına girdiği ve ahirette bunun hesabının sorulacağı inancı, yolsuzluğun önüne geçmek için önemli bir caydırıcı unsur olmuştur.
İslam ahlakında şeffaflık, dürüstlük ve emanete riayet gibi kavramlar, yolsuzluğun panzehiri olarak kabul edilir.
Günümüz Yahudilerinin kabul ettiği mevcut Tevrat’ta "Rüşvet alma; çünkü rüşvet görenin gözlerini kör eder, doğru olanın sözünü çarpıtır" (Çıkış 23:8) ifadesi yer alır. Bu, rüşvetin ne kadar kötü bir şey olduğunu gösteren açık bir uyarıdır. Hristiyanlıkta da benzer bir duruş mevcuttur. Luka İncili’nde, “İki gömleği olan, birini olmayanla paylaşsın; yiyeceği olan da aynı şekilde davransın” (Luka 3:11) denilerek hem eşitlik hem de adil paylaşım ilkesi vurgulanır.
Dinler, insanlığın temel değerlerinde ve erdem olarak gördüklerinde büyük bir ortaklık gösterirler. Bu erdemler sadece bireyin iç huzurunu değil, toplumun da barış ve düzenini sağlamayı hedefler.
Dinin özü; iyi insan olma, başkasına zarar vermeme ve sorumluluk bilinciyle yaşama ilkesine dayanır.
Yolsuzluk ise bu erdemlere, temel değerlere açıkça aykırı bir durumdur.
Görüldüğü üzere, farklı inanç sistemleri arasında ve insanlığın ortak değerleri arasında yolsuzluk karşıtlığı ortak bir zemin oluşturur. Bununla birlikte, modern dünyada yolsuzluk sadece ahlaki bir sapma olarak değil, küresel bir güvenlik ve kalkınma sorunu olarak da ele alınmaktadır.
Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi, bu tehdidin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve sürdürülebilir kalkınma üzerinde ciddi zararlar yarattığını açıkça belirtir. Avrupa Konseyi de benzer şekilde, yolsuzluğun bireylerin temel haklarına zarar verdiğini ve toplumların istikrarını tehdit ettiğini vurgulamaktadır.
Uluslararası arenada sayısız rapor, analiz ve sözleşme, yolsuzluğun vurduğu derin yaraları gözler önüne sermektedir.
Ancak tüm bu belgeler ve dinî öğretiler yolsuzluğun “yanlış” olduğunu söylemekte birleşse de, küresel bazda sorun hâlâ devam etmektedir.
Neden? Çünkü yolsuzluk sadece yasalarla değil, kültürel kodlarla da beslenmektedir.
Bir toplumda liyakat değil sadakat ödüllendiriliyorsa, akraba kayırmacılığı ve torpil meşru görülüyorsa, orada yolsuzluk gelişip serpilecektir.
Eğer kamusal kaynaklar özel menfaatlere hizmet edecek biçimde yeniden dağıtılıyorsa, bu yalnızca bir etik sorun değil; aynı zamanda politik bir tercihtir.
İşte tam bu noktada toplumsal bilinç, sivil toplum gücü ve ahlaki hassasiyetler devreye girmelidir.
Yolsuzlukla mücadele sadece hukukla değil, aynı zamanda eğitimle, kültürle ve erdemle yürütülmelidir.
Toplumda dürüstlüğün değerli olduğu, emeğin ve liyakatin baş tacı edildiği bir iklim kurulmadıkça, ne kanunlar ne de kurumlar tek başına yeterli olabilir.
İyiliğin ödüllendirilmediği, kötülüğün cezasız kaldığı yerlerde yolsuzluk sadece bir istisna değil, bir norm hâline gelebilir.
Bu nedenle, küresel bazda Birleşmiş Milletler tarafından yolsuzluğa karşı topyekûn bir seferberlik ilan edilmeli; eğitim sisteminden aile terbiyesine, medyadan sivil toplum kuruluşlarına kadar her alanda dürüstlük, şeffaflık ve hesap verebilirlik vurgulanmalıdır.
Genç nesillere, kamu malının kutsallığı ve emanet bilinci aşılanmalıdır.
Sonuç olarak yolsuzluk, insanlığın ortak ayıbıdır. Bu ayıp, yalnızca bireysel zaafların değil; aynı zamanda sistemsel adaletsizliklerin, yozlaşmış kültürel kodların ve ahlaki çöküntülerin ürünüdür.
Bu nedenle onunla mücadele de çok boyutlu, çok katmanlı olmalıdır.
Dinlerin ilkeleri/öğretileri, uluslararası normlar ve toplumsal vicdan bu ortak mücadelede el ele vermelidir.
Ancak o zaman insanlık tarihinin karanlık sayfalarına yeni bir satır eklenmez; belki de ilk kez gerçekten “temiz bir gelecek” inşa edilebilir.
Bu mücadele, herkesin ortak sorumluluğudur.
YORUM YAP