YAZARLAR

14 Ekim 2025 Salı, 13:17

Birleşmiş Milletler’in Açmazı: Güvenlik Konseyi’nin Beş Daimi Üyesi

Gazze’de yaşanan yıkım, insanlığın vicdanını bir kez daha sarsarken şu soru zihinlere kazınmaktadır: İsrail’in uyguladığı soykırım neden engellenemiyor? Bu sorunun cevabı, çoğu zaman Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısında gizlidir. Zira ABD’nin süper güç olmasının yanı sıra, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olması ona, uluslararası toplumun iradesini durdurabilecek bir güç kazandırmaktadır. İsrail’in lehine olmayan her çözüm girişimi, ABD’nin veto hakkı sayesinde engellenmektedir. Böylece, çok sayıda karar tasarısı, adaletin değil, güç dengesinin duvarına çarparak tarihin raflarına kaldırılmıştır.

Güvenlik Konseyi’nin Yapısı: Eşitsizliğin Kurumsallaşması

Birleşmiş Milletler Şartı’nın 25. maddesine göre Güvenlik Konseyi, 15 üyeden oluşmaktadır. Bunların beşi (ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve Fransa) daimi üyedir; diğer on üye ise iki yıllığına seçilir. Görünürde bu yapı, uluslararası barışın korunmasını hedeflese de, özünde adaletsiz bir temsil sistemini kurumsallaştırmıştır. Zira beş ülke, seçime girmeden, hesap vermeden ve değişmeden dünya düzeninin bekçisi konumundadır.

Bu yapı, daha kuruluşunda dahi eşitlik ilkesine aykırıydı. Diğer üyeler dönüşümlü biçimde görev yaparken, daimi üyeler hiçbir demokratik denetime tabi olmadan kalıcı yetkilere sahiptir. Böylece uluslararası sistemde “sınırsız imtiyazlı azınlık” yaratılmıştır.

Veto Hakkı: Adaletin Önündeki Duvar

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine tanınan veto hakkı, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 27. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu fıkrada; “Güvenlik Konseyinin diğer bütün konulardaki kararları, daimi üyelerin mutabık oyları da dahil olmak üzere dokuz üyenin olumlu oyu ile alınır” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla beş daimi üyeden biri “hayır” oyu verdiğinde, karar alınamaz. Bu düzenleme, fiilen daimi üyelere uluslararası iradeyi tek başına durdurma gücü vermektedir.

Kuruluş aşamasında bu yetki, “büyük güçlerin onayını almak” amacıyla, sistemin devamlılığını sağlamak için bir güvence olarak görülmüştü. Fakat tarih, bu güvenceyi çoğu kez adaletin önündeki en büyük engel olarak kaydetti. Zira veto, artık barışın değil, çıkarların koruyucusudur.

Tarihsel Arka Plan: Galiplerin Mirası

BM, 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kuruldu. Savaşın galipleri olan ABD, Sovyetler Birliği (bugünkü Rusya Federasyonu), Birleşik Krallık, Fransa ve Çin, yeni düzenin “kurucu güçleri” olarak, kendilerini sistemin merkezine yerleştirdiler. Bu ayrıcalık, “galiplerin ödülü” olarak tasarlanmıştı. Büyük güçlerin rızası olmadan bir dünya barış düzeni kurulamayacağı düşünülüyordu.

Ancak bu anlayış, 80 yıl sonra ahlaki meşruiyetini büyük ölçüde yitirmiştir. Bugün, yalnızca beş ülkenin iradesi, 190’dan fazla ülkenin iradesinin üzerinde konumlanmaktadır. BM Genel Kurulu’nda her ülke eşit oy hakkına sahipken, Güvenlik Konseyi’nde bu beşli (veto sayesinde) sistemin gerçek hâkimi konumundadır.

Vetonun Sonuçları: Sessiz Kalınan Zulümler

Veto hakkı, zamanla küresel adaletin felç olmasına yol açmıştır. Örnekler:

  • ABD’nin İsrail’e ilişkin kararları sürekli veto etmesi
  • Rusya’nın Ukrayna konusundaki tasarıları reddetmesi
  • Çin’in Myanmar gibi konularda çekimser kalması

Bu durum, BM’nin temel amacı olan “uluslararası barış ve güvenliğin korunması” ilkesini anlamsızlaştırmaktadır. Bugün İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulüm ve soykırım, uluslararası toplumun kahir ekseriyeti tarafından kınanmasına rağmen, ABD’nin tek bir “hayır” oyu ile durdurulamaz hâle gelmiştir. Böylece Güvenlik Konseyi, adaletin değil, çıkarın koruma kalkanına dönüşmüştür.

Güncel Sembolik Bir Sahne

Eylül ayında gerçekleşen BM’nin 80. oturumunda dikkat çeken bir sahne yaşandı: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu konuşmak üzere kürsüye çıktığında, Genel Kurul salonu neredeyse tamamen boştu. Üye devletlerin kahir ekseriyeti, protesto amacıyla salonu terk etmişti. Bu sahne, uluslararası toplumun vicdanını temsil ediyordu. Ancak aynı zamanda, bir tek devletin (ABD’nin) 190 ülkenin iradesinin önüne geçebildiğini ve sistemin nasıl tıkandığını da gözler önüne seriyordu.

Reform Arayışları ve Tıkanan Sistem

Bugün pek çok ülke, BM Güvenlik Konseyi’nin yeniden yapılanmasını talep etmektedir. Öneriler:

  • Daimi üye sayısının artırılması (Almanya, Japonya, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin dahil edilmesi)
  • Veto hakkının sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması

Ancak bu reformların hayata geçebilmesi için mevcut daimi üyelerin onayı gerekmektedir. Bu durum, sistemin kendi adaletsizliğini koruyan bir yapıya dönüştüğünü göstermektedir.

Sonuç: Güç Dengesi mi, Adalet Dengesi mi?

Birleşmiş Milletler, kuruluşunda dünya barışının güvencesi olarak tasarlanmıştı. Ancak bugün geldiği noktada, barışın önünde duran bir yapıya dönüşmüştür. Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, uluslararası hukukun değil, kendi ulusal çıkarlarının temsilcisi haline gelmiştir.

Dünya artık tek kutuplu bir yapıyı taşımamaktadır. Ekonomik, politik ve kültürel güç merkezleri çeşitlenmiş, uluslararası toplumun adalet beklentisi derinleşmiştir. Bu nedenle, daimi üyelik statüsünün ve veto hakkının gözden geçirilmesi, temsilde adalet ve demokratik meşruiyet ilkeleri çerçevesinde bir reformun gerçekleştirilmesi, dünya barışı için ertelenemez bir zorunluluk haline gelmiştir.

Gerçek barış, ancak güç dengesine değil, adalet dengesine dayandığında mümkündür. Ve adaletin olmadığı yerde, hiçbir yapı, hiçbir kurum, hiçbir “Birleşmiş Millet” uzun ömürlü olamaz.

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (1)

  • G[A]

    Mustafa Tufan

    Kalemine ve Yüreğine Sağlık Güzel Kardeşim...

    + Cevapla