Türk Halk Müziği: Eğitim Sisteminin Üvey Evladı mı?
Türk Müziği tarihi binlerce yıllık geçmişe sahiptir. Bugün Anadolu topraklarında yansıyan sesler yüzyıllardır sözlü gelenekle aktarılan bu müzik türü olarak, toplumsal belleğin ve ortak duyguların taşıyıcısı olmuştur. Osmanlının son ikiyüz yılından itibaren Batılılaşma-modernleşme süreçleri ve eğitim politikaları ekseninde THM’nin, bin yıldır kendi öz yurdunda bir “üvey evlat” muamelesi gördüğü bir gerçektir. Bu durum, eğitim sisteminin Batı merkezli sanat anlayışını merkeze alınması ve THM’ye yeterli önemi verilmemesiyle yakından ilişkilidir. Bu makalede, Türk halk müziğinin eğitim sistemindeki konumunu ve bu durumun toplumsal kabulü ile birlikte eğitim sistemi üzerindeki etkilerini analiz edeceğiz.
Eğitim Sistemindeki Yabancılaşma
Türkiye'nin eğitim sistemi, 1920’lerden itibaren Batılılaşma projesinin bir parçası olarak Batı müziğini temel alan bir yapıya oturtulmuştur. Konservatuarlar ve müzik öğretmenliği bölümleri, ağırlıklı olarak Batı müziği teorisi, enstrümanları ve repertuvarı üzerine kurulmuştur. Bu süreçte, Türk halk müziği yalnızca sınırlı ve marjinal bir alan olarak varlık gösterebilmiştir. Örneğin, halk müziği bölümleri uzun yıllar Batı merkezli müzik bölümü sisteminin gölgesinde kalmış, bu bölümlere olan talep ve ilgi daha düşük düzeyde seyretmiştir. Müzik eğitimi müfredatında yer alan birkaç halk türküsü veya yöresel melodi, THM’nin zengin ve derin yapısını yansıtmaktan uzaktır. Bu durum, hem öğrencilerin kendi kültürlerine yabancılaşmasına yol açmakta hem de halk müziğinin akademik bir disiplin olarak gelişimini engellemektedir. Bugün gelinen noktada batı sistemini referans alan anlayış kendine yeni bir yol çizme eğilimine girmiştir. Hatta o kadar ileri gidilmektedir ki başlangıçtan beri Türk Müziğine (halk-sanat) müziğine şaşı bakan anlayış siyasi konjektürel duruma göre yeni rotanın şekli bir yerlere şirin görünme ve kendilerine yeni alan açma amacı gözden kaçmamaktadır. Bu anlayış Türk halk müziğinin, türkülerin müzikal yapılarına müdahale edilecek kadar ileri götürülmüştür. Yani demem o ki türkülerin icrasında var olan makamların batı sisteminde yani tamperaman sistemle icra edilmesine kadar gitmiştir. Batılı bestecilerin tek bir notasına müdahale edemeyen sözde uzmanlar güncellenen müzik müfredatlarını bile göz ardı etmekte halk türkülerinin Sİb 2 gibi temel öz sesini göz ardı ederek icralarına devam etmektedirler.
Bu müfredat yaklaşımı, halk müziğinin sadece bir “hobi” veya “eğlencelik” olarak görülmesine neden olurken, Batı müziğinin “sanat” müziği olarak kabul edilmesini pekiştirmektedir. Halk müziği araştırmacısı Ahmet Say, bu durumu "Türk Müziğinin Notaları" adlı eserinde, modernleşme adı altında kendi kültürel mirasından uzaklaşma olarak tanımlamıştır. Benzer şekilde, geleneksel THM çalgıları olan bağlama, ney, zurna gibi enstrümanların okullarda Batı enstrümanları kadar yaygın olmaması, bu müziğin pratik olarak genç nesiller tarafından icra edilmesini zorlaştırmaktadır. Hatta zamanın Kültür Bakanı N. K. Zeybek Türk müzik çalgılarından davul zurnayı Devlet Opera ve Balesi’nde icra edilmesi için bir girişimde bulunmuş o zaman bir bardak suda fırtınalar kopartılmıştı. Müzik eğitim sistemine bu pencereden bakıldığında Halk müziği orkestraları ve koroları, okullarda genellikle seçmeli dersler veya kulüp faaliyetleri olarak yer alırken, Batı müziği koroları ve enstrümanları müfredatın temelini oluşturmaktadır. Daha acı durum ise bu korolarda söylenen arya, aryantik, doryen gibi kilise merkezli müzikal yapıların eğitim sisteminde karşılığının ne olduğu veya olmadığı bilinmemektedir. Bunun toplumsal karşılığı sorgulanmaya ihtiyaç duymaktadır.
Toplumsal Algı ve Kültürel Kimlik
Eğitim sistemindeki bu dışlayıcı yaklaşım, halk müziğine yönelik toplumsal algıyı da derinden etkilemektedir. Halk müziği, popüler kültürün ve medyanın da etkisiyle genellikle kırsal kesimle veya geçmişle ilişkilendirilen bir müzik türü olarak algılanmaktadır. Oysa THM, içerdiği kahramanlık, hüzünlü, gurbet gibi tematik ezgiler ve makamlarla toplumsal olayları, aşkı, acıyı, sevinci anlatan, yaşayan ve nefes alan bir sanattır. Eğitimde yeterli temsil edilememesi, gençlerin bu müziğe karşı önyargılı yaklaşmasına ve onu “demode” veya “ilkel” olarak görmesine sebep olmaktadır.
Bu durum, yalnızca müzik alanında bir gerilemeye değil, aynı zamanda kültürel bir kimlik krizine de işaret etmektedir. Kendi öz müziğini dışlayan bir toplum, kültürel bağlarını zayıflatma riskiyle karşı karşıyadır. Bir toplumun kültürel sürekliliği, ancak kendi değerlerini ve sanatını koruyarak ve gelecek nesillere aktararak sağlanabilir. Müzikolog Evin İlyasoğlu’nun da belirttiği gibi, "kültürel kimlik, bir toplumun kendisiyle kurduğu bağın bir aynasıdır ve bu aynada en net görülen unsurlardan biri de müziktir". Dolayısıyla, halk müziğine gereken önemin verilmemesi, ulusal kimliğin önemli bir parçasının erozyona uğraması anlamına gelmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak, Türk halk müziğinin eğitim sistemindeki konumu, yıllardır süregelen bir ihmalin ve Batı merkezli bir sanat anlayışının ürünüdür. Bu durum, yalnızca müziğin kendisine zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal belleğin ve kültürel kimliğin zayıflamasına yol açmıştır. Türk halk müziğinin hak ettiği değeri görmesi için, müzik eğitimindeki müfredatın yeniden gözden geçirilmesi, halk müziği çalgılarına ve repertuvarına daha fazla yer verilmesi gerekmektedir. Eğitim politikalarındaki bu değişim, halk müziğinin hem akademik alanda hak ettiği saygınlığı kazanmasını sağlayacak hem de genç nesillerin kendi kültürel miraslarına sahip çıkmasına olanak tanıyacaktır.
Kaynakça:
- İlyasoğlu, Evin. Zaman İçinde Müzik. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003.
- Oransay, Gültekin. Atatürk'ün Müzik Politikası. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969.
- Say, Ahmet. Türk Müziği Yorumları. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2004.
- Şenel, Süleyman. "Türk Halk Müziği Eğitiminde Yenilikçi Yaklaşımlar." Müzik Eğitimi Dergisi, 15(2), 2021.
- Uçan, Ali. Müzik Eğitimi Felsefesi. Ankara: Pegem A Yayıncılık, 2005.
YORUM YAP