YAZARLAR

30 Ağustos 2025 Cumartesi, 00:00

30 Ağustos: Milletin Küllerinden Doğan Zafer

Türk milletinin kader çizgisinde 30 Ağustos, yalnızca bir askeri zaferin tarihi değildir; bu gün, bağımsızlık idealinin vücut bulduğu, ulusal kimliğin yeniden inşa edildiği ve milletimizin küllerinden yeniden doğduğu eşsiz bir dönüm noktasıdır. Bu zafer, karanlıktan aydınlığa, umutsuzluktan dirilişe açılan kapıdır. 19 Mayıs 1919’da Samsun’da yakılan bağımsızlık meşalesi, üç yıl boyunca açlık, yokluk ve yorgunluğa rağmen hiç sönmedi; 26 Ağustos sabahı Kocatepe’nin sisli ufkunda yeniden parladı ve 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da ebedileşti.

Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehası, milletin inancı ve ordunun fedakârlığı birleşerek yalnızca düşmanı değil, aynı zamanda umutsuzluğu da mağlup etti. 30 Ağustos, sadece Anadolu topraklarının işgalden kurtuluşu değil; aynı zamanda milletin onurunun, haysiyetinin ve varlık sebebinin yeniden kazanılmasıdır. Eğer bu zafer olmasaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti de var olmayacaktı. Bu gerçek, tarihin en yalın ama en gururlu hakikatlerinden biridir.

1926 yılından itibaren milletimizin ortak hafızasında Zafer Bayramı olarak yer eden bu gün, yalnızca geçmişin kahramanlarını anmak için değil; aynı zamanda bugünün gençlerine ve yarının nesillerine özgürlük, bağımsızlık ve birlik ideallerini aktaran bir milli eğitim vesilesi olmuştur. 2005 yılından bu yana geleneksel hale gelen Zafer Yürüyüşü de bu bilincin günümüze yansıyan somut göstergesidir. Mustafa Kemal Paşa’nın Şuhut’tan Kocatepe’ye yürüdüğü 14 kilometrelik yol, yalnızca bir askeri güzergâh değil; aynı zamanda bir milletin kararlılığının, cesaretinin ve bağımsızlık aşkının sembolüdür. Bugün binlerce yurttaşın bu yürüyüşü adım adım tekrar etmesi, geçmiş ile bugün arasında kurulan en güçlü köprülerden biridir.

Akademik bir gözle bakıldığında, 30 Ağustos Zaferi yalnızca bir askeri başarı değildir; aynı zamanda stratejik bir kırılma noktasıdır. Mondros’un zincirlerini, Sevr’in dayatmalarını, işgalin karanlığını kıran bu zafer, Türkiye’nin siyasi bağımsızlığının da önünü açmıştır. Sakarya’da kazanılan inisiyatif, Türk ordusunun savunmadan taarruza geçişini hazırlamış; Büyük Taarruz ise bu stratejik dönüşümün doruk noktası olmuştur. 26 Ağustos sabahı başlayan ve 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da zirveye ulaşan bu taarruz, yalnızca bir cephe savaşının değil, bir milletin geleceğinin yeniden şekillendiği tarihsel bir eşiktir. Ardından gelen Mudanya Ateşkesi ve Lozan Antlaşması, 30 Ağustos’un askeri sahadaki kazanımlarının diplomatik alandaki yansımalarıdır.

Bu nedenle 30 Ağustos, yalnızca geçmişin bir hatırası değil; bugünün devlet aklını, yarının stratejik vizyonunu besleyen canlı bir kaynaktır.

30 Ağustos’un duygusal boyutu ise bu günü çok daha özel kılar. O günün kahramanları yalnızca cephedeki askerler değildir. Kağnısıyla cephane taşıyan analar, elindeki ekmeğini kahraman askerlerimize uzatan çocuklar, aç ve yorgun köylüler bu zaferin isimsiz kahramanlarıdır. Her biri bize şunu hatırlatır: Bağımsızlık, yalnızca bir armağan değil; kanla, gözyaşıyla ve fedakârlıkla ödenmiş kutsal bir emanettir.

30 Ağustos sabahını hayal edelim… Kocatepe’nin serin rüzgârlarında sabaha karşı uyanan bir milletin kader anı. Aç, yorgun, ayağında ayakkabısı olmayan Mehmetçikler… Bir yanında kağnısıyla cepheye cephane taşıyan kadınlar, diğer yanında gözlerindeki umutla askerlere katıksız kuru ekmeğini uzatan çocuklar… O sabah yalnızca bir taarruz başlamadı; bir milletin yeniden doğuş destanı yazıldı. Dumlupınar’ın toprağına düşen her kurşun, bağımsızlığımızın mayası olurken; Mustafa Kemal Paşa’nın kararlı bakışları, yalnızca düşmanı değil, aynı zamanda umutsuzluğu da mağlup ediyordu. İşte 30 Ağustos’un büyüklüğü, işte onun millet hafızasındaki duygusal derinliği buradan gelir.

30 Ağustos Zaferi, duygularla aklın, hatıralarla stratejinin birleştiği noktada bize şu gerçeği öğretir: Zafer, yalnızca bir günün değil, bir milletin tüm varlığını ortaya koyduğu sürecin ürünüdür. O gün ordulara “İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” denildi. Bugün bizlere düşen görev ise aynı kararlılıkla “İleri!” diyebilmektir; bilime, teknolojiye, demokrasiye ve milli birliğe doğru yürümek. Çünkü zafer yalnızca geçmişin hatırası değil, geleceğin pusulasıdır.

30 Ağustos’un Günümüze Bıraktığı Üç Temel Miras

·        Bağımsızlık iradesi : 30 Ağustos, Türk milletine şunu öğretmiştir: Hiçbir koşul, bir milletin bağımsız yaşama azminden daha güçlü değildir. İşgal, yokluk ve imkânsızlıklar içinde bile milletin iradesi, en büyük silahtır. Bugün de bu irade, ulusal birliğimizin en sağlam teminatıdır.

·        Stratejik akıl ve devlet vizyonu : Büyük Taarruz, yalnızca bir savaşın değil; ileri görüşlü bir stratejinin eseridir. Askeri zaferin ardından gelen diplomatik başarılar, bir milletin yalnızca cephede değil, masada da var olabileceğini göstermiştir. Günümüzün devlet aklı da bu tarihsel vizyondan beslenmelidir.

·        Milli dayanışma ve 30 Ağustoshafıza : 30 Ağustos’un en güçlü boyutu, sıradan insanların kahramana dönüşmesidir. Kadın, çocuk, yaşlı, asker… Tüm milletin omuz omuza verdiği mücadele, bize ortak bir kimlik kazandırmıştır. Bugün bu ortak hafıza, bizi bir arada tutan en değerli  hazinemizdir.

Sonuç

30 Ağustos bir hatıradır; bir analitik ders, bir strateji belgesidir. Ama hepsinden öte, millet olmanın onurudur. Bu onuru yaşatmak, geçmişi anmak kadar geleceğe sahip çıkmayı da gerektirir. Bugün bizlere düşen görev, 30 Ağustos’un zafer ruhunu yalnızca törenlerde değil, hayatın her alanında yaşatmak; bağımsızlığı, bir milletin en büyük ortak değeri olarak gelecek kuşaklara aktarmaktır.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)