Hayat Bir Yana, Yürek Bir Yana Düşerse…
Başlık ilk bakışta size trajik bir aşk hikâyesini çağrıştırabilir. Oysa burada ele alacağım mesele, erdemli yaşama arzusu ile hayatın dayatmaları arasında sıkışıp kalan insanların yaşadığı içsel çatışmadır.
İlkeli, dürüst, kul hakkına duyarlı biri olarak yaşamak istiyorsunuz.
Ancak bulunduğunuz toplum yapısı bu duruşunuza izin vermiyorsa ne yapacaksınız?
Yürek bir yana düşüyor, hayat bir yana sürükleniyorsa siz hangi tarafta duracaksınız?
Bu, günümüz insanının çaresiz kaldığı en derin ikilemlerden biridir.
Bugün gelen bir e-posta beni bu konuda derin düşüncelere sevk etti.
Daha önce eğitimlerinde yer aldığım biri, danışmak istediği bir meseleyi şöyle aktarıyor:
“Merhaba değerli hocam, bu yıl görevde yükselme sınavı açılacakmış. Ben de çalışmaya başladım. Ama konuşulanlarda hep aynı soru: ‘Referansın var mı?’
Üstelik bu, hiç çekinilmeden, doğal bir şeymiş gibi soruluyor.
Açıkçası ben bunu bir hakaret gibi algılıyorum.
Referans; konuyla ilgisi olmayan birinden medet ummak, daha baştan haksız kazanç peşine düşmek değil midir?
Bu söylemler ders çalışma motivasyonumu bile etkiliyor.
Tamam, benim de yardım isteyebileceğim tanıdıklarım var. Ama böyle bir yolla kazanılmış zaferin vicdanı olur mu?
Böyle bir maaşı nasıl çocuklarımın boğazından geçirebilirim?
Elli kere sınava girmem gerekse bile, referansla hak etmediğim bir şeyi istemem.
Siz bir hukukçu olarak yanlış mı düşünüyorum, bana yol gösterir misiniz?”
Bu satırları okuyunca, sınıfta öğrencilerime erdemli olmanın önemini anlattığım dersleri hatırladım.
Daha güzel bir dünyayı inşa etmenin bireysel sorumlulukla başladığını söylerdim.
Bir gün öğrencilerden biri, beni köşeye sıkıştıran bir soru sordu:
“Hocam, anlattıklarınızı çok doğru buluyorum. Ben de sizin gibi yaşamak istiyorum. Ama şunu soracağım: Siz hiç ödün vermeden bu değerlerle yaşayabiliyor musunuz?”
İtiraf etmeliyim, net bir cevap veremedim.
İlkeli bir hayat yaşamaya çalıştım.
Ama bazen hayat öyle zorladı ki, istemeyerek de olsa ödün verdiğim anlar oldu.
Özellikle ehliyet, liyakat ilkesine uymayan durumlara aracı olduğum, torpil istenen zamanlarda...
Hayat bazen sizi lanet ede ede istemediğiniz pozisyonlara düşürür.
Bir fıkra bu durumu güzel özetler:
Yörede bir gelenek vardır.
Evlenme çağına gelen kızlar tepeye çıkar “kırmav!” diye bağırır.
Bu, “Evlenmeye hazırım, dünürcü gelebilir” anlamına gelir.
Bir kız bu geleneğe itiraz eder:
“Ben satılık değilim ki çıkıp bağırayım!”
Çevresi uyarır:
“Bunu yapmazsan evde kalırsın.”
Kız direnir, ama yıllar geçer. Kırkına dayandığında tepeliğe çıkar ve bağırır:
“Âdetiniz batsın kırmav!”
İşte bazen sisteme karşı çıkmak istersiniz, ama hayat sizi köşeye sıkıştırır.
Yine de bu, değerlerden vazgeçmenin gerekçesi olmamalıdır.
Ehliyet ve liyakate dikkat etmeyen bir yönetim, en büyük zafiyetini sergiler.
Devletler bu ilkeye uymadığında çürümeye başlar.
Sultan III. Mehmet’in sözleri dikkat çekicidir:
“Bu dünyada sözü doğru, hak tanır bir adam bulamadım.”
Sebebini şöyle açıklar:
“Şeyhülislam Bostanzade Efendiye iltifat ettim, cahil kardeşini Rumeli kazaskeri yaptı.
Saadettin Hoca’ya iltifat ettim, oğullarını kadı yaptı.
Ben artık kime güveneyim?”
Tarih boyunca olduğu gibi, bugün de ehliyet ve liyakate aykırı davranışlar toplumu yaralamaya devam ediyor.
Bugünkü haberlerde bir üniversite rektörünün, eşinin özelliklerine uygun ilan açarak onu işe aldığı gündeme geldi.
Peki bu sorun sadece bize mi özgü?
Gelişmiş ülkelerde hiç mi torpil yok?
Objektiflik her zaman mümkün mü?
Araştırmalara göre, gelişmiş ülkelerde süreç farklı işliyor:
Sınavlarla objektif yeterlilik belirleniyor.
Sınavla ölçülemeyen bazı yönler için ise referans mektubu isteniyor.
Ama bu sistem şeffaf işliyor.
Refere eden kişi, güvenilirliğini ortaya koyuyor.
Eğer referansı yanlış kişiye verirse, kendi notu düşüyor.
Bu yüzden herkes herkese referans olamıyor.
Bizdeki torpil ise gizli kapaklı.
Ve bu nedenle dedikoduya, rüşvet iddialarına ve akraba kayırmacılığına açık.
Bir ülkede erdemli insanlar zarar görürken, erdemsizler yükseliyorsa, o toplum çürür.
Ve bu çürüme devletin temellerini de sarsar.
Sabahattin Ali, bir yazısında şöyle der:
“Çalmadan, çırpmadan yaşamayı istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hattâ bu kadar tehlikeli mi olmalıydı?
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer!”
Erdemli yaşamak bedel gerektirir.
Bu bedeli göze alamayan kişi erdemli kalamaz.
Ben öğrencimin düşüncelerini kutluyorum.
Her şeye rağmen erdemden yana olması, sadece kendisi için değil, toplum için de umut verici.
Unutmayalım:
Şikâyet ettiğimiz düzenin bir parçası olursak ne yakınmaya hakkımız olur ne de düzeltme umudumuz.
Durdu GÜNEŞ
Gazete Ankara DHP | Köşe Yazarı
dgunes@gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi” Dijital Haber Portalı:
www.gazeteankara.com.tr
YORUM YAP