Affedilmeyi İstemek
Af deyince çoğumuzun aklına iki şey gelir: Devletin suçluları affetmesi ve günahlarımız için Allah’tan af dilemek.
Devlet, suçluları affedeceği zaman onları önce “kader kurbanı” gibi göstererek masumlaştırır. Böylece toplumda bir meşruiyet zemini oluşur. Ardından da af yasası çıkarılır. Ancak bu, çoğu zaman adaletten vazgeçip merhamet gibi gösterilen bir zorunluluktur.
Gerçek neden çoğunlukla şudur:
Hapishaneler dolmuştur.
Yeni suçlular için yer açmak gerekir.
Bu nedenle bazı suçluların tahliyesi sağlanır.
Kanunlardaki adaletsiz düzenlemeler ya da adaletsiz uygulamalar, masum insanları bile suçlu konumuna düşürebilir.
Suç sayısı hızla artınca önce Türk Ceza Kanunu’nda bazı değişiklikler yapılır. Amaç, herkesi hapse atmak yerine, “Denetimli Serbestlik”, “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” gibi yöntemlerle cezaları ertelemek ya da dışarda infaz etmektir.
Ancak zamanla bu da yeterli olmaz.
Ağır suçlar artınca bu önlemler yetersiz kalır ve çare yine af yasaları olur.
Bu noktada ciddi bir sorun karşımıza çıkar:
Toplumda infial yaratan birçok suçun faili, geçmişte af veya indirim yoluyla tahliye edilmiş kişilerdir.
Toplum, suça tepki gösterir ama nedenlerini sorgulamaz.
Sosyal medyada “asalım, keselim, idam edelim” sesleri yükselir.
Ama kimse şunu sormaz:
“Biz neden böyle bir hukuk sistemini kuramıyoruz?”
Sebebi sorgulamak yerine sadece sonuçlara tepki vermek, saman alevi gibi parlar ve söner.
Oysa hapis cezasının amacı sadece cezalandırmak değil;
- Suçluyu toplumdan tecrit etmek,
- Caydırıcılık sağlamak
- Ve en önemlisi ıslah edip topluma kazandırmaktır.
Ama ne yazık ki hapishanelerimiz ıslah değil, suçun tamamlandığı yerler haline gelmiştir.
Suçlular eksik kalmış suç tecrübelerini içeride tamamlayıp, daha donanımlı bir suçlu olarak dışarı çıkmaktadır.
Bu gerçek, toplumsal tepkilerden çok derin sorgulamalar gerektirir.
Dave Trott, “Bir + Bir = Üç” adlı kitabında bu konuda dikkat çekici bir örnek verir:
Brezilya'da, “Okuma Yoluyla Kefaret” isimli bir program uygulanmaktadır.
Mahkûmlar, edebiyat, felsefe ya da bilim alanında bir kitap okur.
Bir ay içinde kitabı bitirip ne anladıklarını yazılı bir makaleyle ifade ederler.
Makale açık, anlaşılır ve yazım hatasız olmalıdır.
Her kitap karşılığında cezalarından dört gün düşülür.
Bir mahkûm yılda 12 kitap okursa, toplamda yaklaşık yedi haftalık ceza indirimi kazanabilir.
Bu sistem, mahkûma sadece tahliye avantajı sağlamaz; aynı zamanda zihinsel bir dönüşüm, aydınlanma ve değişim de getirir.
Dave Trott’un verdiği örnekte, bu programdan yararlanan Ervin James, sonrasında Guardian’da köşe yazarlığı yapmış ve çok satan iki kitaba imza atmıştır.
Peki bizde neden af, bir dönüşüm aracı değil de lütufta bulunma aracı olarak sunuluyor?
Zihniyeti değişmeyen, suça meyilli bireyler topluma karıştığında yeni suçların işlenmesi kaçınılmaz olmuyor mu?
Sebep aynıyken, sonuçların değişmesi mümkün müdür?
Neden bu kadar temel bir farkı göremiyoruz?
Devlet aklı ya da toplumun sağduyusu, neden bu idrak düzeyine erişemiyor?
Affedilmek, sadece yalvarmak, ağlamak, yakarmakla mümkün değildir.
Affı hak etmek, pişmanlık duymakla başlar.
Kişi, zehirli yapısını panzehirle etkisiz hâle getirmelidir.
Ancak bu dönüşüm gerçekleşirse affedilmek anlam kazanır.
Suçluya hak edilmemiş bir affı vermek,
mazluma zulmetmek ve suça ortak olmaktır.
Gelelim inanan bir insanın Allah’tan af dilemesine…
Günahkâr olmak, başkasının hakkını yemek, zarar vermek, acı çektirmektir.
Peki, bu kişi sadece dua edip yalvararak affı hak etmiş olur mu?
Hayır.
Önce hakkını yediği kişinin gönlünü almalı, zararı tazmin etmeli, mağduriyeti gidermelidir.
Diken, battığı yerden çıkarılmadan af mümkün olabilir mi?
Kişi hâlâ şöyle düşünüyorsa:
“Ben ne yaparsam yapayım, kendimi değiştirmem.
Ama Allah’a yalvarırım, o affeder...”
Bu düşünce hem kendini hem Allah’ı kandırmaktır.
Bu inanç biçimi, “hak etmeden lütuf elde etme kültürü”nün din anlayışımıza yansımasıdır.
Ve ne yazık ki, her türlü çarpıklığın da temelidir.
Bir kişi suç işleyip hiçbir değişim göstermeden,
bedel ödemeden,
sadece bir af yasasıyla kurtuluyorsa,
bu adalet midir?
Böyle bir anlayışla, mazlumun hakkını nasıl açıklayabiliriz?
Mademki bu yaklaşım adil değil,
O hâlde insanlar başkalarına zarar verdikten sonra
yalnızca dua ve pişmanlık ifadeleriyle affı hak ettiklerini düşünmemelidir.
Bu, ancak insanın kendini kandırmasıdır.
Toplum insana benzer, insan da topluma.
Eğer bir yerde hastalıklı bir anlayış varsa,
hem bireysel düzeyde hem toplumsal düzeyde kendini gösterir.
Durdu GÜNEŞ
Gazete Ankara DHP | Köşe Yazarı
dgunes@gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi” Dijital Haber Portalı:
www.gazeteankara.com.tr
YORUM YAP