FELAKETLER KARŞISINDA İNSANIN ÜÇ HALİ
Felaket sözcüğü Arapça kökenlidir. Felek sözcüğünden üretilmiştir. Felek gök ve gökte dönen gök cisimlerine verilen isimdir. Kadim topluluklarda gök cisimleri tanrı olarak bilindiğinden iyiliğin de kötülüğünde felekten kaynaklandığına inanılırdı. Felek bir yanda iyilik olarak, şans, talih, baht anlamında kullanılırken, diğer yanda kötülük olarak zalim felek, kahpe felek gibi isimlerle anılır.
Felaket etimolojik olarak, gök tanrılardan gelen ve doğa olaylarının sebep olduğu yıkım anlamına gelirken, günümüzde büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan durum ve bela anlamında kullanılmaktadır.
İnsanlık tarih boyunca felaketlere maruz kalmıştır. Dünya değişkendir. Felaketler diye adlandırdığımız şey dünyanın değişim halidir. Su, toprak, hava ve ateş gibi unsurlar kendi aralarında sürekli çekişme halindedir. Sürekli yeni dengeler ve dengesizliklerle doğrultusunda yol alırlar.
İnsanlar dünyanın bu değişimlerini dikkate alarak tedbirler alır, düzen kurarlarsa bunlar felaket olarak adlandırılmaz. Bir İngiliz atasözü var. “Kötü hava yoktur, yanlış giyim vardır.” Dünyayı yaşanır hale getirmek insanın aklını kullanması ve bilim yoluyla sorunları çözmesi halinde mümkündür. Aksi takdirde dünyanın değişimini durduramayacağı gibi felaketlerin de sonu gelmeyecektir.
Her şeye rağmen elimizde olmayan sebeplerle oluşan ve büyük yıkımlara yol açan durumlar karşısında insan olarak nasıl bir tavır gösterebiliriz? Felaketin doğrudan içinde olmayıp haberdar olduğumuz durumlara karşı kabaca üç tür tavır gösterebiliriz.
Birincisi, felaket bizim başımıza gelmediği için sevinir, halimize şükreder, hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebiliriz. Başkalarının acılarıyla, zararlarıyla halimizi kıyaslayıp bundan bir sevinç ve mutluluk devşirmenin insani bir tavır olmadığını düşünüyorum. Böyle bir halin kavramsal olarak Türkçede karşılığı yoktur. Almancada bu durum “Schadenfreude” kavramıyla ifade edilmektedir. “Schaden”, “zarar” veya “hasar” verme, “Freude” ise “sevinç” ya da “mutluluk” anlamında olup başkalarının talihsizliğinden keyif almak anlamını taşımaktadır. Ben bunu hastalıklı bir ruh hali olarak değerlendiriyorum.
Ormanlarımız yanarken, bundan acı duymayıp hatta kendisi etkilenmediği için tatilde eğlenen, keyif çatanlara yönelik sosyal medyada kınayıcı paylaşımlar yer almıştı.
İkinci bir insan hali ise her felaketin acısını içselleştirmek ve bunu ruhsal bir sorun haline getirmektir. Başkalarının acısından keyif almak ne kadar yanlışsa, o acıları ruhsal bir bağımlılığa dönüştürmek aynı ölçüde yanlıştır. Çünkü böyle bir davranış herkesin hayatını çekilmez hale getirir. Her gün televizyonda izlediğimiz felaket haberleri ruh sağlığını yok eder, melankolik bir toplum oluşur. Bu durum ne yeni felaketlerin olmamasında ne de oluşan felaketin telafisinde bir işe yarar. Oysa hayatı yaşanır hale getirmek için bizim psikolojik olarak güçlü olmamız gerekir. Böylelikle yeni felaketler için tedbir almak ve oluşan felaketin yaralarını sarmak mümkün olabilir. Anadolu’da felaket karşısında yıkılmamamız için çeşitli deyimler söylenir. “Ölenle ölünmez” “Olmuşla ölmüşe çare yoktur” “Hayat devam ediyor” “Kara günler kararıp kalmaz”
Felaket karşısında insanın üçüncü hali ise başkalarının başına gelen felakete hayatın olağan akışını bozmayacak şekilde üzüntü duymak ancak bunu ruhsal bir travmaya dönüştürmemektir. Diğer taraftan “Bu felaketleri olmaması için ben birey olarak ne yaptım, felaket sonrasında yaşananların telafisi için ben neler yapabilirim?” sorularını sormak ve gereğini yapmaktır. İnsan olarak başkalarının acılarına üzülmek doğal bir davranıştır. Hem felaketin olmaması hem de oluşan felaketin hasarlarının giderilmesi için gerekeni yapmak ise akıllı ve erdemli insan olmanın gereğidir. Şu dünya gemisinde hepimiz yolcuyuz ve birbirimizle iş birliği yaparak hayatı güzel kılabiliriz. Kimse bu dünyada garantisi olan muhkem bir zeminde durmuyor. Bu bilinçle birbirimizin şifası ve dermanı olursak, hayat yolculuğumuz güzel geçecektir.
YORUM YAP