Cumartesi Okumaları – No:4 – Araştırma Üniversitesi Olmak mı, Araştıran Üniversite Olmak mı?
Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bahattin Türetken ve Prof. Dr. Yasin Kişioğlu’nun LinkedIn üzerinden başlattığı “araştırma üniversitesi” tartışması, Türkiye’de yükseköğretim sisteminin derin bir fotoğrafını önümüze koyuyor: Asıl mesele, tabelaya yazılan statü mü, yoksa uzun yıllara yayılan araştırma kültürü ve nitelikli meslek insanı yetiştirme iradesi mi?
Son yıllarda Türkiye’de birçok üniversite “Araştırma Üniversitesi” statüsü için yoğun bir rekabet içinde. YÖK’ün yayımladığı performans kriterleri; araştırma kapasitesi, araştırma kalitesi ve etkileşim & iş birliği başlıkları altında, yayın sayısından atıflara, projelerden patentlere, doktora mezunlarından uluslararası iş birliklerine kadar geniş bir tablo sunuyor.
4 Aralık 2025 tarihli “Araştırma Üniversiteleri 2025 Sıralaması” açıklamasıyla birlikte Sakarya Üniversitesi’nin araştırma üniversitesi statüsüne yükselmesi, yeni aday araştırma üniversitelerinin belirlenmesi ve destek programlarının büyütülmesi, tartışmayı yeniden alevlendirdi. Tam bu noktada, Kocaeli Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bahattin Türetken’in “Araştırma Üniversitesi Olmak (!)” başlıklı değerlendirmesi ile Prof. Dr. Yasin Kişioğlu’nun nitelikli yükseköğretim ve liyakat vurgusu, meseleye önemli bir çerçeve kazandırıyor.
Sayılar, Tablolar ve Görülmeyen Kültür
YÖK’ün araştırma üniversiteleri modeli, teknik açıdan bakıldığında son derece sistematik bir yapı sunuyor:
- Araştırma kapasitesi – personel, altyapı, proje sayıları,
- Araştırma kalitesi – uluslararası indeksli yayınlar, atıflar, dergi nitelikleri,
- Etkileşim ve iş birliği – üniversite–sanayi projeleri, uluslararası ortaklıklar, toplumsal katkı vb.
Bu göstergeler, üniversitelerin performansını görmek ve kamu kaynaklarını rasyonel biçimde dağıtmak için elbette gerekli. Ancak Prof. Dr. Bahattin Türetken’in işaret ettiği kritik nokta şu:
Araştırma kültürü, sadece sayılarla ölçülen bir sonuç değil; uzun yıllara yayılan bir inşa sürecidir.
Yalnızca göstergeleri tutturmak için:
- 1–2 “çok yayınlı” hocayı transfer ederek tabloyu yukarı çekmek,
- Kısa vadeli yayın ve proje baskısıyla genç akademisyenleri zorlamak,
- Kâğıt üzerinde güzel görünen ama kurumsal hafızaya işlemeden kalıcılaşmayan yapıların peşine düşmek
kısa vadede istatistikleri parlatsa da orta ve uzun vadede araştırmanın tabana yayılması, kurumsal bir kültüre dönüşmesi açısından ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Oysa gerçek anlamda araştırma:
- Kurumda yerleşmiş bir bilimsel disiplin,
- Nitelikli ve sürdürülebilir bir AR-GE ekosistemi,
- Devamlılığı olan finansal ve teknik destekler,
- Güçlü bir ekip çalışması ve birlikte üretme kültürü,
- Genç araştırmacıların sistematik biçimde yetiştirildiği bir yapı
ile birlikte mümkün olabiliyor. Yani mesele, tek tek bireysel başarıların ötesinde, kurumun karakteri ve ortak aklı ile ilgili.
“Araştırma Statüsü” ve Hiyerarşi Tartışması
Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasin Kişioğlu’nun katkısı ise tartışmayı başka bir yerden derinleştiriyor. Araştırma üniversitesi statüsünün önemli bir gösterge olduğunu kabul etmekle birlikte, şu hayati uyarıyı yapıyor:
“Bu statüye dahil olamayan üniversitelerin niteliksiz olduğu anlamına gelmez.”
Burada öne çıkan üç temel vurgu var:
- Öğrenci merkezdedir.
Üniversitenin temel unsuru öğrencidir. Yükseköğretimin asli görevi, nitelikli ve profesyonel meslek insanı yetiştirmektir. Araştırma faaliyetleri bu görevi destekler, derinleştirir; ama onun yerini alamaz. - Liyakat ve etik, statüden önce gelir.
Liyakate dayanmayan atamalar, akademik mesleki sorumluluğun geri plana itilmesi, etik davranışın gündeme bile girmemesi; araştırma üniversitesi tabelasını boş bir unvana dönüştürür. Nitelikli öğretim kadrosu olmadan, nitelikli mezun; nitelikli mezun olmadan da kalıcı bir araştırma ekosistemi olmaz. - Nitelikli eğitim → nitelikli mezun → güçlenen araştırma.
Öğrencisini iyi yetiştiren, mezun–istihdam uyumunu gözeten, meslek profesyonellerini sahaya güçlü hazırlayan üniversitelerde;
• akademik kadroların niteliği kendiliğinden yükselir,
• lisansüstü altyapı güçlenir,
• araştırma kapasitesi doğal olarak artar,
• proje ve fon kaynaklarına erişim zaten kolaylaşır.
Özetle, soru şudur:
“Araştırma yapan üniversite mi, iyi eğitim veren üniversite mi?”
Aslında bu, yanlış kurulmuş bir ikiliktir. Doğrusu şudur:
Hem araştıran hem nitelikli eğitim veren üniversiteyi nasıl inşa ederiz?
Dünyadan Örnekler: Statü–Kültür Gerilimi Sadece Bizim Sorunumuz Değil
Türkiye’deki tartışmayı sağlıklı konumlandırmak için, dünyadaki yükseköğretim modellerine de kısaca bakmak gerekiyor.
ABD: Çekirdek Araştırma Üniversiteleri ve Kurumsal Çeşitlilik
ABD’de “Research University” kavramı, federal fonlar, doktora programları, büyük AR-GE merkezleri ve teknoloji transfer ekosistemi ile düşünülüyor. Fakat aynı sistemde:
- Araştırma üniversiteleri,
- Bölgesel üniversiteler,
- Community college’lar
gibi farklı kurumsal tipler, açık bir iş bölümü ve farklı misyonlar üzerinden tanımlanmış durumda. Her kurumun aynı anda “araştırma üniversitesi” ligine çıkması beklenmiyor; çeşitlilik, sistemin gücü olarak görülüyor.
Avrupa: Performans Fonlaması ve Metrik Baskısı
İngiltere’deki Research Excellence Framework (REF) ya da Avrupa’daki performansa dayalı fonlama modelleri; üniversiteleri daha çok yayın, daha çok atıf üretmeye yönlendirirken, bir yandan da:
- Yayın baskısı,
- Disiplinler arası dengesizlikler,
- Bölgesel eşitsizlikler
gibi sonuçlar üretiyor. Metriklerin kaliteyi teşvik eden yönü kadar, sistemi “puan yarışına” dönüştüren boyutu da yoğun biçimde tartışılıyor.
Japonya ve Güney Kore: Bayrak Projeler ve İtibar Ekonomisi
Japonya’nın “Top Global University Project”i, Güney Kore’nin “Brain Korea 21 (BK21)” programı gibi uzun soluklu girişimler; belirli üniversiteleri uluslararası sıralamalarda yukarı taşımayı hedefledi. Bu sayede:
- Yayın ve atıf sayıları arttı,
- Üniversitelerin küresel görünürlüğü yükseldi.
Ancak bu süreçte:
- Üniversiteler arasında sert bir hiyerarşi oluştu,
- Genç akademisyenlerde yayın baskısı ve tükenmişlik tartışmaları öne çıktı,
- Araştırma etiği ve akademik özgürlük alanları sınandı.
Yani statü–kültür gerilimi sadece Türkiye’nin değil, dünyanın ortak meselesi.
Türkiye’de Araştırma Üniversitesi Politikası: Çerçeve ve Son Gelişmeler
YÖK Modeli: 3 Boyut, 31 Gösterge
YÖK’ün araştırma üniversiteleri çerçevesi, üç ana başlıkta toplanıyor:
- Araştırma Kapasitesi (%40)
İnsan kaynağı, laboratuvar ve altyapı imkânları, proje sayıları, doktora öğrencileri vb. - Araştırma Kalitesi (%40)
Uluslararası indeksli yayınlar, atıf sayıları, dergi kalitesi, alan etkisi vb. - Etkileşim ve İş Birliği (%20)
Üniversite–sanayi iş birliği, uluslararası ortak projeler, toplumsal katkı, açık erişim oranları vb.
Toplam 31 gösterge üzerinden yürütülen bu değerlendirme, teknik açıdan bakıldığında dünya örnekleriyle uyumlu bir performans sistemi kurma çabası.
2025 Sıralaması ve Özvar’ın Mesajları
2025 sıralamasıyla birlikte:
- Sakarya Üniversitesi araştırma üniversitesi statüsü kazandı,
- Yeni aday araştırma üniversiteleri listeye eklendi,
- Aday üniversite sayısı artırıldı.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’ın aynı toplantıda verdiği mesajların öne çıkanları ise şöyle özetlenebilir:
- QS 2026 Dünya Sıralaması’nda Türk üniversitelerinin görünürlüğünün artması,
- 2024–2028 vizyonunda en az 2 üniversitenin ilk 100’e, 10 üniversitenin ilk 500’e girmesinin hedeflenmesi,
- Araştırma Üniversiteleri Destek Programı (ADEP) kapsamında bütçenin yaklaşık 1 milyar TL düzeyine çıkması,
- Türk dünyası ve “gönül coğrafyası”nda ortak üniversiteler, çift diploma ve ortak programların yaygınlaştırılması,
- TUSAŞ ve benzeri kurumlarla lisansüstü odaklı iş birliklerinin geliştirilmesi.
Tüm bunlar, niyet beyanı ve kaynak tahsisi bakımından olumlu tablo sunuyor. Fakat asıl belirleyici soru burada başlıyor:
Bu programlar, kaç üniversitenin sadece statüsünü değiştirecek, kaç üniversitenin ise karakterini dönüştürecek?
2030–2040 Ufku: Türkiye İçin Stratejik Sorular
Türkiye, 2030 ve 2040 ufkuna yürürken, yükseköğretim sistemi için şu sorular etrafında yeni bir tartışma zemini kurmak zorunda:
1. Herkes Araştırma Üniversitesi Olmak Zorunda mı?
Büyük yükseköğretim sistemlerinde:
- Araştırma üniversiteleri,
- Bölgesel ve tematik üniversiteler,
- Uygulamalı ve mesleki odaklı kurumlar
birlikte düşünülüyor. Türkiye’de de tüm üniversitelerin aynı anda “araştırma üniversitesi” statüsüne kilitlenmesi hem kaynak hem motivasyon hem de kurumsal gerçeklik açısından sürdürülebilir değil.
Bu nedenle:
- Misyon temelli sınıflandırma,
- Her bir üniversite türü için ayrı ama birbiriyle uyumlu hedef setleri,
- Ve “hiyerarşi” yerine “iş bölümü ve dayanışma”nın öne çıktığı bir model
kaçınılmaz görünüyor.
2. Statüden Önce Liyakat ve Akademik Etik
Araştırma kültürünün üç taşıyıcı kolonu var:
- Liyakat
Atama ve yükseltmelerde, idari görevlendirmelerde, proje ekiplerinde liyakatin esas alınmadığı bir ortamda, performans göstergeleri de kolaylıkla şekillendirilebilir. - Akademik Etik
Yayın baskısıyla artan intihal, aşırı parçalama, isim yazımında etik dışı uygulamalar, araştırma üniversitesi statüsünü içten içe aşındırır. - Kurumsal Adalet
Kaynakların, görevlerin, teşviklerin adil paylaşılmadığı yerlerde; araştırma faaliyetleri “birkaç kişinin sırtına yüklenmiş ağır bir yük”e dönüşür.
Bu nedenle, Bahattin Türetken ve Yasin Kişioğlu hocaların altını çizdiği araştırma kültürü tartışması, etik ve liyakat temelli bir üniversite vizyonundan ayrı düşünülemez.
3. Uluslararasılaşma: İhracat mı, Ortaklık mı?
YÖK’ün Kazakistan, Azerbaycan ve diğer ülkelerle birlikte yürüttüğü ortak üniversite ve program açma politikaları, önemli bir imkân alanı açıyor.
Burada kritik ayrım şu:
- Yalnızca “öğrenci ve diploma ihraç eden” bir yükseköğretim ihracatı mı hedefleniyor?
- Yoksa ortak müfredat, ortak doktora programları, ortak laboratuvarlar ve veri tabanları üzerinden gerçek anlamda bilimsel ortaklıklar mı kurulacak?
Türkiye’nin 2040 ufkunda, yükseköğretim sistemini sadece içe dönük bir yapı olarak değil, bölgesel ve küresel bir bilim ortağı olarak kurgulaması gerekecek.
Ne Yapmalı? Beş Temel Politika Önerisi
Bu çerçeveden bakıldığında, YÖK’ün araştırma üniversiteleri programı ve sahadaki eleştiriler birlikte düşünüldüğünde, şu beş başlık öne çıkıyor:
- Misyon Temelli Yükseköğretim Haritası
Her üniversitenin “araştırma üniversitesi” olma yarışına girmesi yerine, Türkiye için ortak bir yükseköğretim haritası çıkarılmalı; araştırma, bölgesel kalkınma, mesleki eğitim ve açık–uzaktan eğitim odaklı kurumlar için net misyon tanımları yapılmalı. - Araştırma Kültürü Göstergelerinin Güçlendirilmesi
Mevcut sayısal performans göstergelerine ek olarak; mentorluk programları, genç araştırmacı yetiştirme modelleri, disiplinlerarası merkezler, açık bilim uygulamaları ve araştırma etiği eğitimleri de resmi değerlendirme sisteminin parçası haline getirilmeli. - Lisans Eğitimi ile Araştırmanın Bütünleştirilmesi
Araştırma üniversitelerinde lisans öğrencilerinin erken dönemde projelere, laboratuvarlara, tasarım stüdyolarına dahil edilmesi; böylece “öğrenci odaklılık” ile “araştırma odaklılık”ın karşıt değil, birbirini besleyen iki eksen olduğu gösterilmeli. - Bölgesel ve Sektörel Odaklılık
Araştırma üniversiteleri; bulundukları bölgenin sanayisi, tarımı, sağlık ve sosyal yapısı ile daha güçlü bağ kurmalı. TUSAŞ, ASELSAN, organize sanayi bölgeleri ve yerel yönetimlerle yürütülen işbirlikleri, hem ülkenin rekabet gücünü artıran hem de üniversitenin toplumsal meşruiyetini güçlendiren bir eksen olarak konumlandırılmalı. - Şeffaflık ve Toplumsal Hesap Verebilirlik
Araştırma üniversiteleri performans raporları, sadece teknik dökümanlar olarak değil; kamuoyunun anlayabileceği, öğrencinin, mezunun, iş dünyasının takip edebileceği formatlarda düzenli olarak paylaşılmalı. Böylece üniversiteler hem içlerine hem topluma karşı daha şeffaf ve hesap verebilir hale gelir.
Son Söz: Statüden Çok Karakter Meselesi
Hem YÖK’ün politika belgeleri hem de sahadan gelen eleştirel ama yapıcı değerlendirmeler bize şunu gösteriyor:
- Araştırma üniversitesi statüsü, önemli bir araçtır.
- Ancak araştırma üniversitesi olmak, tek başına “iyi üniversite” olmak anlamına gelmez.
- Asıl belirleyici olan; öğrencisine, akademisyenine, topluma ve bilime karşı taşıdığı sorumluluk bilincidir.
Bu nedenle:
Araştırma üniversitesi olmak bir statüdür; araştıran üniversite olmak ise bir karakter meselesidir.
Türkiye’nin 2030 ve 2040 yükseköğretim vizyonu, statü yarışından çok, bu karakteri inşa etme iradesine ve cesaretine bağlı olacaktır.
YORUM YAP