Huzurun Kaynağı: Anlam Arayışında İbadetin Yeri
Günümüz dünyasında insan, belki de tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar çok seçeneğe, imkâna ve özgürlüğe sahip. Ancak paradoks şu ki, bu bolluk içinde bir anlam boşluğu, bir huzursuzluk hâli giderek yaygınlaşıyor. Psikolojik rahatsızlıklar artıyor, mutsuzluk oranları yükseliyor. Acaba nerede yanlış yapıyoruz? Belki de sorun, hayatın amacını unutmamızda, kendimizi yaratılış gayemizden uzaklaştırmamızda yatıyor.
İnsanın yaratılışında derin bir hikmet var. Tesadüfen, amaçsızca var olmadık. Her varlık gibi bizim de bir gayemiz, bir yönelişimiz bulunuyor. Bu gaye, Yaratıcı'yı tanımak ve O'na kulluk etmektir. Ancak burada "kulluk" kelimesini dar anlamıyla, sadece ritüellerle sınırlı bir kavram olarak algılamamak gerekiyor. Kulluk, hayatın tamamını kucaklayan, her anımızı anlamlandıran kapsamlı bir yaşam biçimidir.
Düşündüğümüzde, insanın iç huzuru araması evrensel bir gerçektir. Hangi kültürden, hangi coğrafyadan olursa olsun, her insan mutluluğu, huzuru, iç dinginliği arar. Peki bu huzur nerede bulunur? Maddi imkânlarda mı, şöhrette mi, güçte mi? Tarih ve günümüz bize gösteriyor ki, bunların hiçbiri kalıcı bir huzur vermiyor. Çünkü insan ruhu, kendisini yaratan kaynakla bağını kurduğunda ancak gerçek huzura erebilir. Tıpkı bir cihazın şarj aletine bağlanması gibi, ruh da kendi kaynağına bağlandığında enerji bulur, anlam bulur, huzur bulur.
İbadet, işte bu bağı kuran köprüdür. Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetler sadece birer ritüel değil, aynı zamanda birer eğitim programıdır. Namaz, günde beş kez hayatın koşuşturmasından sıyrılıp kendimize, değerlerimize, Yaratıcımıza dönmemizi sağlar. Bu düzenli duruş, insanı kötülüklerden korur. Çünkü günde beş kez hesap verme bilincine varan bir insan, yanlış yapmadan önce iki kez düşünür. Namaz, bir nevi ahlaki bir kalkan işlevi görür.
Zekât ve sadaka ise cömertliği, paylaşmayı öğretir. Toplumsal dayanışmanın temelini atar. Malımızın bir kısmının aslında bizim değil, muhtaçların hakkı olduğunu hatırlatır. Bu anlayış, bencillikten kurtarır, toplumsal duyarlılık kazandırır. Zengin-fakir arasındaki uçurumu daraltır, toplumsal barışa katkı sağlar.
Oruç ise sabır, empati ve özdenetim mektebidir. Aç ve susuz kalarak, yoksulların çektiği sıkıntıyı bir nebze de olsa anlamaya çalışırız. Nefsin isteklerine "hayır" diyebilmeyi öğreniriz. Bu, modern psikolojinin de vurguladığı "ertelenmiş tatmin" yeteneğini geliştirir. Güçlü bir karakter inşasının temel taşlarından biridir bu.
Ancak ibadetin asıl güzelliği, hayatın her alanına sirayet etmesindedir. Sadece mescitte, sadece belirli vakitlerde değil, işyerinde dürüst olmak, trafikte sabırlı davranmak, komşuya iyi muamele etmek, çevreyi korumak, anne babaya hürmet göstermek, eşe ve çocuklara şefkatle yaklaşmak... Bunların hepsi ibadetin farklı tezahürleridir. İbadet, bir yaşam tarzıdır; sabahtan akşama, beşikten mezara uzanan bir yolculuktur.
Çağdaş dünyada din ve ibadet konusu bazen yanlış anlaşılabilmektedir. Kimileri ibadeti sadece bireysel bir mesele olarak görüyor, kimileri ise toplumsal hayattan kopuk bir ritüeller bütünü olarak algılıyor. Oysa doğru anlaşıldığında ibadet, hem bireyi hem toplumu iyileştiren, hem dünyayı hem âhireti gözeten dengeli bir sistemdir.
Sonuç olarak, anlam arayışındaki modern insanın ihtiyacı olan şey, belki de en başa, en temel soruya dönmektir: "Neden buradayım? Hayatımın amacı ne?" Bu soruya verilebilecek en tatmin edici cevap, kendimizi yaratan Yaratıcı'yı tanımak ve O'nun gösterdiği yolda yürümektir. İbadet, bu yolun haritasıdır. Ve bu haritayı takip edenler, hem bu dünyada hem de ötesinde huzuru bulacaklardır. Çünkü gerçek huzur, amacına uygun yaşamanın verdiği iç dinginliktir.
YORUM YAP