YAZARLAR

05 Temmuz 2025 Cumartesi, 02:24

Bir Milletin Hafızası Sofrasındadır: Türk Mutfağının Sessiz Tanıkları

Yemek yalnızca beslenme değil, bazen bir halkın kendini anlatma biçimidir.

Tarihi yalnızca kitaplar yazmaz; kimi zaman bir çorbanın buğusunda, bir pilavın tane tane dokusunda, bir baklavanın katlarında yaşar geçmiş. Türk mutfağı bu anlamda yemek kültürü olmanın ötesinde bir halkın göçleriyle, acılarıyla, bayramlarıyla, sevinçleriyle örülmüş canlı bir arşivdir.

Her sofranın bir hikayesi vardır. Ve her yemek o hikayenin sessiz tanığıdır. Orta Asya’nın bozkırlarında başlayan göç serüveni Anadolu’nun bereketli ovalarına, Balkanların serin iklimine, Mezopotamya’nın zengin topraklarına yayıldıkça Türk mutfağı da çoğaldı, dönüştü, çeşitlendi. Göçebe yaşamın getirdiği pratik çözümler zamanla yerleşik kültürle buluştu. Kurut, tarhana, tandır ekmeği gibi ürünler bu kültürel sentezin ilk sessiz tanıklarıdır.

Ama asıl anlatı, sofrada yaşanır. Bir düğün pilavı pirinçle etin birlikteliğinin yanında dayanışmanın, imecenin ve kutlamanın simgesidir. Bir bayram baklavası yalnızca şekerli bir tat değil; paylaşmanın, ikramın ve kuşaklar arası bağın taşıyıcısıdır. Ve bir helva çoğu zaman bir yasın, bir vedanın ya da bir hatırlamanın sessiz eşlikçisidir. İşte bu yüzden Türk mutfağında her tat bir anlam, her tabak bir bağ kurar.

Türk mutfağı törenseldir. Doğumdan ölüme kadar hayatın her dönüm noktasında yemekler eşlik eder. Bebeği olan eve lohusa şerbeti taşınır, ölümlerde helva kavrulur, Hıdırellez’de niyetler çöreklerle pişirilir. Bu yemekler yalnızca mideye değil, hafızaya, duyguya ve aidiyete dokunur.

Bayram sabahları kurulan kahvaltı sofraları, aile bireylerini ve geçmişin kokusunu da bir araya getirir. Kurban Bayramı'nda kavrulan etin dumanı sadece mahalleyi değil geçmişin dayanışma ruhunu da sarar. Nevruz’da kaynatılan semeni, doğanın uyanışını değil kültürün sürekliliğini de simgeler.

Her yörenin bir yemekle özdeşleşmesi de boşuna değildir. Tekirdağ köftesi, sadece kıymanın şekil bulmuş hali değil; Tekirdağ’ın toprağı, insanı ve geçmişidir. Van’ın otlu peyniri yalnızca bir kahvaltılık değil; dağların, yaylaların ve göçerlerin öyküsüdür. Adana kebabı, Gaziantep baklavası, Trabzon hamsisi… Her biri o coğrafyanın yaşayan sesi, sofradaki tanığıdır.

Bugün hızlı tüketim kültürü, dijitalleşen yaşam biçimi ve küresel mutfak etkisiyle bazı değerlerimiz sessizleşiyor gibi görünse de hala Anadolu’nun köylerinde, mahalle fırınlarında, bayram sabahlarında, köy düğünlerinde Türk mutfağının bu sessiz tanıkları yaşamaya devam ediyor. Ve biz onları her yaşattığımızda bir yemeğin yanı sıra bir geleneği, bir halkı, bir tarihi de yaşatmış oluyoruz.

Çünkü bir milletin kimliği yazılı metinlerin yanı sıra pişen yemeklerde, kurulan sofralarda, paylaşılan lokmalarda saklıdır. Yemekler yalnızca damak zevkini taşımakla kalmaz toplumu bir arada tutan değerleri de taşır. Sofralar ise birliğin, hatırlamanın ve anlatmanın en kadim alanıdır.

İşte bu yüzden Türk mutfağının her tarifi bir belgedir; ama bu belgeler kağıda değil hafızaya yazılmıştır. Ve her yeniden yapılan yemek, bu hafızanın yeniden okunmasıdır.

Doç. Dr. Ceyhun Uçuk – Köşe Yazarı
cucuk@gazeteankara.com.tr
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)