Türkiye’nin Turizm Potansiyeli: Bir Hikâyeyi Yarıda Bırakmamak
Türkiye, eşsiz güzellikleri, tarihsel birikimi ve doğal zenginlikleriyle yalnızca haritalarda yer alan bir ülke değil, insanlığın ortak mirasını taşıyan temiz yürekli insanların coğrafyasıdır. Bir sabah Kapadokya’da gün doğumuna uyanabilir, aynı gün akşamüstü Ege’nin turkuaz kıyılarında bir dalganın sessizliğine kulak verebilirsiniz. Bu topraklar, Antik Yunan’dan Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar pek çok uygarlığın izlerini taşıyan eşsiz bir açık hava müzesi gibidir. Fakat tüm bu zenginliğe rağmen, ülkemizin turizmde hak ettiği yerde olduğunu söylemek kolay değildir.
Verilere baktığımızda Türkiye’ye gelen yabancı turist sayısının son yıllarda arttığını görsek de, bu artışın ülkenin gerçek potansiyelini yansıttığını söylemek mümkün değildir. Çünkü mesele sadece sayılar değildir; mesele, gelenin tekrar gelmek istemesi, yaşadığı deneyimi anlatması, kalpten bağ kurmasıdır. Oysa Türkiye'nin birçok bölgesinde turizmin yüzü hâlâ "uygun fiyat, kısa vadeli kazanç" anlayışına sıkışmış durumdadır. Bu durum hem hizmet kalitesini düşürmekte hem de turizmi bir kültürel etkileşim fırsatı olmaktan çıkarıp basit bir ticari alışverişe dönüştürmektedir.
Tam da bu noktada, turizmcilerin tavırları meselenin özünü oluşturur. Bir destinasyon ne kadar güzel olursa olsun, orada karşılaştığınız insanların davranışı tatilinize yön verir. Ne yazık ki bazı bölgelerde, özellikle yoğun sezon dönemlerinde, turizm çalışanlarının yorgunluk, ilgisizlik ya da sadece kazanca odaklanmış tavırları, turistte hayal kırıklığı yaratmaktadır. Bazen bir otelin resepsiyonunda, bazen bir restoranın kapısında, bazen de bir plajda karşılaşılan kaba ya da soğuk davranışlar, tüm güzelliklerin üzerini örtebilir.
Bir başka sorun ise, yerli turistin zaman zaman ikinci plana atılmasıdır. “zaten gelir”, “nasıl olsa bizimkiler” bakış açısı, en büyük hatalardan biridir. Oysa yerli turist de en az yabancı turist kadar deneyim ve memnuniyet talep etmektedir. Turizmcilerimiz, yerli misafire karşı daha duyarlı, daha özenli ve samimi bir yaklaşım benimsediklerinde sadece hizmet kalitesini değil, ülkeye duyulan aidiyeti de artırmış olacaklardır.
Oysa turizm bir hoşgörü işidir, bir yüz yumuşaklığı, bir göz tebessümüdür. Gelen insanın sadece cebine değil, kalbine de dokunmaktır. İyi hizmet, sadece konforlu yatak ya da bol açık büfe değildir; iyi hizmet, hatırlanmaktır, anlatılmaktır, özlenmektir. Bu yüzden turizm sektörü çalışanlarının eğitimi, motivasyonu ve çalışma koşulları da bu döngünün ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Türk turistin yurt dışına yönelmesinin yalnızca fiyatla ilgili olmadığı açıktır. Yurtdışındaki birçok tatil bölgesi, Türkiye’de karşılaştıkları ilgisizliğe, yüksek fiyatlara ve kalitesiz hizmete kıyasla daha dengeli bir tatil deneyimi sunabilmektedir. İnsan, tatilde sadece dinlenmek değil; aynı zamanda değer görmek, hoş karşılanmak, iyi hissetmek ister. Ne yazık ki bu insani duygular bazen kendi ülkesinde karşılık bulamıyor.
Bu noktada yapılması gereken şey, bir vizyon değişikliğidir. Turizm yalnızca ekonomiyle açıklanacak bir mesele değildir. Bu mesele bir kültür politikasıdır, bir aidiyet meselesidir, bir imaj meselesidir. Türkiye’nin, turizmi sadece döviz girişi sağlayan bir sektör değil, kültürel bir etkileşim ve insan kazanımı olarak görmeye ihtiyacı vardır. Bunun için hizmet kalitesini yükseltmek, yerli turiste saygıyı yaygınlaştırmak, turizmi sadece deniz ve otelden ibaret görmeyip tarih, doğa, gastronomi ve inanç ekseninde çeşitlendirmek zorundayız.
Ayrıca Türkiye'nin turizm algısını, belli başlı bölgelerden çıkararak iç ve doğu bölgelerine taşıması; İstanbul, Antalya ve Bodrum üçgeninden sıyrılıp Mardin, Van, Amasya, Şanlıurfa gibi kültürel zenginliğe sahip şehirleri ön plana çıkarması şarttır. Çünkü Türkiye'nin gerçek hikâyesi, bu coğrafyanın tamamında saklıdır.
Unutmamalıyız ki turizm, bir ülkenin kendini nasıl anlattığı değil; gelenin o ülkede kendini nasıl hissettiğidir. Eğer bu his güven veriyorsa, huzur yayıyorsa, tebessüm ettiriyorsa, işte o zaman turizm gerçek anlamda başarıya ulaşır. Bu ülkenin her karışı, dünya ile paylaşmaya değer bir öykü anlatıyor. Önemli olan, bu öyküyü yarım bırakmamaktır.
Tam da bu noktada, yerel yönetimlere ve kamu otoritelerine büyük bir sorumluluk düşmektedir. Turizmi sadece özel sektörün inisiyatifine bırakmak, potansiyeli dar bir çerçeveye sıkıştırmak olur. Belediyeler, yerel esnaf ve halk ile birlikte bölgelerinin özgün hikâyelerini ortaya çıkaran, kültürel mirası koruyan ve turistin günlük yaşamla bağ kurabileceği ortamlar yaratmalıdır. Yayalara açık tarihi alanlar, yöresel ürünlerin tanıtıldığı festivaller, geleneksel mimarinin yaşatıldığı sokaklar, bir şehrin ruhunu görünür kılar. Bu ruh olmadan yapılan her şey yüzeysel kalmaya mahkûmdur.
Öte yandan merkezi hükümetin de turizm politikalarında uzun vadeli, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir vizyon ortaya koyması gerekir. Turizm personelinin eğitimine yönelik devlet destekli programlar, yerli turiste özel teşvikler, az bilinen bölgelerde altyapı yatırımları ve tanıtım kampanyaları bu vizyonun temel yapı taşları olmalıdır. Türkiye’nin turizmi sadece yaz aylarına değil, dört mevsime yayması, bunu da planlı ve dengeli biçimde yapması artık bir tercih değil, bir gerekliliktir.
Turizm; sadece otellerin doluluk oranı, uçak sefer sayısı ya da gelen döviz miktarı değildir. Turizm, bir ülkenin kendini tanıma, tanıtma, taşıma ve var olma biçimidir. Ve bu ülke, bütün bu yönleriyle dünyaya çok daha fazlasını verebilir. Yeter ki biz, elimizdeki değerin farkında olalım ve onu hak ettiği sevgiyle, özenle ve ciddiyetle yaşatalım ve layık olduğu yere getirelim. Bu ülke her şeyin en güzelini hak ediyor.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
YORUM YAP