YAZARLAR

20 Ekim 2025 Pazartesi, 00:00

Üzülmek Bir Kültür İşidir

Bir toplumun gerçek gelişmişliğini, gökdelenlerin boyunda ya da yolların genişliğinde aramak boşunadır. Asıl ilerleme, o toplumun üzülme biçiminde gizlidir. Çünkü üzülmek, yalnızca bir duygusal tepki değil; insanın insana, insanın Yaratan’a yönelişinde saklı bir inceliktir.

Büyüklerimiz, bir ölüm yaşandığında kapı önlerine su döker, lambaları kısar, konuşmalarını alçak sesle yaparlardı. Bu ritüeller ölüyü değil, haliyle yaşayanı terbiye ederdi. Yas, kaybın değil; saygının, insan olma bilincinin duygusal bir ifadesiydi.

Türk kültüründe keder, zayıflığın değil olgunlaşmanın yoluydu. Yunus’un yanışı, Mevlânâ’nın ayrılık feryadı, Karacaoğlan’ın gurbet yollarındaki sesi hep aynı kaynaktan beslenirdi: İnsanın kalbinin en derininde yanan o kadim hüzün. 

Üzülmek bir kültür işidir,” derken aslında kaybettiğimiz şeyin bir duygu değil, bir medeniyet biçimi olduğunu fark ediyoruz. Eskiden hüzün bir estetikti; şimdi ise çoğu kez bir lüks haline geldi. Çünkü modern çağ, acıyı dahi hızla tüketmemizi öğütlüyor, hatta emrediyor.

Modern insan, bir yere yetişmeye çalışan ama nereye gittiğini bilmeyen bir yolcuya dönüştü. Hızlı yaşıyor ama derinliği kaybediyor. Her şey
devam ediyor, ama kimse gerçekten ilerlemiyor.

Toplumun sessizliği çoğu zaman yadırganır; oysa asıl sessizlik, insanın insana karışamadığı andadır. Artık acılar bile paylaşılmıyor, yalnızca görüntüleniyor. beğeni sayısı taziyenin yerini aldı. Değerli Yazar Şule Gürbüz’ün Öyle Miymiş romanında dediği gibi:Âdem kimin kardeşi bulunamadı. Ne kadar doğru! İnsan, kendi kardeşini, duygudaşlığını, empatisini kaybetti.

Belki de bu yüzden gökyüzü hâlâ aynı gökyüzü ama rengi soluk görünüyor. Çünkü insanın içi karardığında, göğün mavisi de bozuluyor. Modern çağın bu gri tonunda, üzülmek bile bireysel bir ayrıcalık haline geldi. Oysa hüzün, paylaşıldığında anlam kazanan bir duygudur.

Türk düşünce geleneği, hüznü bir eksiklik değil, bir irfan hâli olarak görür.
Yunus Emre’nin
Ben yürürüm yane yane deyişindeki yanış, bir yanma değil, bir aydınlanmadır. Mevlânâ için hüzün, vuslata hazırlıktır. Divan şiirinde keder, aşkın terbiyesidir.
Biz, üzülmeyi bilen bir millettik; çünkü bizde hüzün, yalnızlıktan değil, kalabalık bir vicdandan doğardı.

Bugünün dijital çağında ise keder, sessiz ve hızlı bir tüketim nesnesi haline geldi. Oysa medeniyet, insanların birbirine sessizce ama içten bir başsağlığı dileyebilme zarafetidir. Belki yeniden o zarafeti, o inceliği bulabilirsek; teknolojiyle değil, insanlıkla ilerlemenin mümkün olduğunu hatırlarız.

Bir gün herkes aynı anda üzülürse, yani herkes aynı anda gerçekten hissederse, işte o gün insanlık yeniden üzülmenin estetiğini yakalayacaktır. İşte o zaman, üzülmek yeniden bir kültür işi olur ve insan, yeniden insan olmanın anlamını hatırlar.


Son Söz

Üzülmek bir zayıflık değil; hatırlamanın en asil biçimidir. Unutmanın kolaylaştığı bir çağda, hatırlamak bir direniştir; üzülmek ise bir insanlık görevidir. Belki de geleceğin en büyük kazanımı ve devrimi, yeniden insan kalabilme cesaretini gösterebilmektir.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

 

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)