Taziye Evinde Yemek İkramı: Bir Sünnetin Tersine Dönüşü
Ölüm… Her canlı için kaçınılmaz bir hakikat. Kur’an-ı Kerim’in “Her nefis ölümü tadacaktır” (Âl-i İmrân, 185) buyruğu, bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer. Ölüm bir son değil, ebedî hayata açılan bir kapıdır. Ancak bu kapıdan geçenin ardından kalanlar için, yürek burkan bir imtihan başlar. Hüzün, özlem ve sessizlik… Bu sessizliğin içinde, İslam’ın merhamet dolu öğretisi, insana yalnız olmadığını hatırlatır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), insanın bu zor zamanlarında hem manevi hem toplumsal dayanışmayı teşvik etmiş; taziye kültürünü, bir merhamet ve paylaşma geleneği olarak ümmetine emanet etmiştir. Nitekim bir hadiste Allah Resûlü, Cafer bin Ebi Talib’in vefatı üzerine ashaba şöyle buyurmuştur:
“Cafer’in ailesine yemek hazırlayıp götürün. Çünkü onların başına kendilerini meşgul edecek bir musibet geldi.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 23)
Bu hadis, taziye kültürünün özünü apaçık gösterir: Ölü yakınlarının yükünü hafifletmek.
Ne var ki zamanla bu hikmetli tavsiyenin yönü değişmiş, bazı yörelerde ölü yakınlarına yemek götürme sünneti, yerini ölü sahiplerinin taziyeye gelenlere yemek hazırlaması gibi tersine bir uygulamaya bırakmıştır. Oysa taziyeye gelenin görevi, taziyede bulunanların kederini paylaşmak, yükünü hafifletmektir; o yükü artırmak değil.
Bugün birçok yerde taziye evleri, adeta birer ziyafet sofrasına dönüşmüş durumda. Kimi zaman taziyeye katılanlar, yemeğin kalitesiyle meşgul olurken, asıl olan tefekkür, dua ve sabır atmosferi arka plana itilmiştir. Bu hal, İslam âlimlerince sünnete aykırı, hatta mekruh bir davranış olarak nitelendirilmiştir. Hatta, ölenin mirasında yetim hakkı bulunuyorsa ve bu maldan yemek hazırlanıyorsa, bu fiilin haram olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Bazı sahabe rivayetlerinde, ölü sahiplerinin yemek hazırlaması, niyâhe (ağıt yakma, yüksek sesle ağlama) gibi cahiliye âdetleriyle bir tutulmuştur. Zira her iki durumda da amaç, sosyal baskıdan kurtulmak ya da toplum ne der korkusuyla yapılan bir gösteriştir. Allah Resûlü (s.a.s.) ise niyâheyi kesin bir dille yasaklamış, “Ağıt yakan ve onun sözünü tasdik eden kimse, cahiliye işi yapmış olur” (Müslim, Cenâiz, 32) buyurarak müminleri bu tür âdetlerden uzak durmaya çağırmıştır.
Bugün, ölü evinde yemek verilmesini sürdüren birçok kimse, bunu “ayıp olmasın”, “misafir aç kalmasın” ya da “geleneğimiz böyle” diyerek savunmaktadır. Oysa dinin özünde, geleneklerin değil, hikmetin ve kolaylığın esası vardır. Taziye, yemek zamanı değil; dua, sabır ve paylaşma zamanıdır.
İslam toplumunda bu yanlışın düzelmesi, sadece din görevlilerinin veya alimlerin değil, her bireyin sorumluluğundadır. Taziyeye gelenin, yemek beklemesinin ahlaken çirkin olduğu bilincinin yerleşmesi; taziyede yemek vermemenin değil, vermenin ayıp sayılması gerekir.
Taziye kültürümüz yeniden şekillendirilmelidir. Taziye evleri, birer sohbet ya da ziyafet mekânı değil, dua ve sabır atmosferi olmalıdır. Ölü için hayır yapmak isteyenler, bunu yemek dağıtarak değil, doğrudan fakirlerin eline ulaşacak bir sadaka ile yapmalıdır.
Ayrıca yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları, taziye sürecinde ölü yakınlarının yemek ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacak fonlar oluşturmalı; böylece dinî tavsiyelere uygun, insana yük olmayan bir dayanışma kültürü yeniden inşa edilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, Allah Resûlü’nün tavsiyesi açıktır: “Musibete uğrayanlara yemek yediriniz, onların yükünü artırmayınız.”
Bugün bu hadis, bize yalnızca bir taziye adabını değil; bir medeniyet ölçüsünü de hatırlatmaktadır. Gerçek taziye, sofralarda değil; sabırda, duada ve kalpten gelen bir tesellide saklıdır. Sürçülisan ettiysek affola!
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP