Bugünkü Dünyada Müslümanlar Neyi İfade Ediyor?
(Aliya İzzetbegoviç'in İzinden Bir İç Sorgulama)
"Bugünkü dünyada Müslümanlar neyi ifade ediyor?" Bu soru, zihnimde yankılanıp duran bir çığlık gibi. Sadece bir sosyolojik tespit ya da teorik bir tartışma değil; aksine, içimize dönüp kendimize dürüstçe bakmamız için bir çağrı, bir silkiniş daveti.
Aliya'nın Sorduğu Yakıcı Soru: Ne Ölçüde Müslümanız?
Bilge lider Aliya İzzetbegoviç, ilk defa 1983 yılında yayımladığı ve 14 yıl hapse mahkum olduğu "İslam Deklarasyonu"nda bu soruyu cesurca ortaya atıyor ve ardından bir ok gibi insanın kalbine saplanan ikinci soruyu ekliyor: "Ne ölçüde Müslümanız?" Bu sorular, sadece zihinlerimize kazınmak için değil, vicdanlarımızı harekete geçirmek, bizi sarsmak için sorulmuş. İzzetbegoviç, bu soruların cevabını ararken sadece günümüz toplumlarına bakmakla yetinmiyor; tarihin derinliklerine iniyor, Müslümanların yükseldiği ve çöktüğü dönemleri analiz ediyor. Çünkü bugünü anlamak, dünle yüzleşmeden, hatalarımızdan ders çıkarmadan mümkün mü ki?
İslam deklarasyonunu 20-25 sene önce okumuştum. Birkaç hafta önce tesadüf eseri kitaba göz atarken, yukarıda zikrettiğim soruların altını defalarca çizmiş olduğumu gördüm ve ilgili bölümleri tekrar tekrar okudum. Düşündüm…Sonunda bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.
Eğitim: Köklerinden Koparılan Nesiller
İzzetbegoviç’e göre Müslüman toplumların içinde bulunduğu buhran, sadece dış güçlerin, emperyalizmin, işgallerin veya ekonomik bağımlılığın bir sonucu değil. Elbette bunların da büyük etkisi var, yadsınamaz. Ama asıl mesele içimizde, ruhumuzda, zihnimizde ve yaşam tarzımızda saklı.
Eğitim meselesi mesela... İzzetbegoviç'in o çarpıcı tespitiyle, eğitim sistemlerimiz emperyalist ülkelerin etkisi altında şekilleniyor. Bu durum, nesillerin kendi kökleriyle bağ kurmasını zorlaştırıyor, Batı merkezli bir zihinsel yönelimi besliyor. Bilgiye ulaşıyoruz belki, ama hikmeti, o bilginin özündeki anlamı ve amacı ıskalıyoruz. Oysa İslam medeniyeti, ilmi Allah'a yaklaştıran bir araç olarak görmüştü. Bunu zihinlerimize yerleştirmemiz gerekiyor.
Kur'an'la Olan İlişkimiz: Tilavet Var, Yaşantı Yok
Kur'an'la ilişkimiz de benzer bir yüzeysellik içeriyor sanki. Okuyoruz, ezberliyoruz, sesli tilavetiyle huzur buluyoruz belki. Ama o hayatı dönüştüren mesajı, o yol gösterici ışığı hayatımıza ne kadar taşıyoruz? İzzetbegoviç'in o acı ifadesiyle, Kur'an'ın hükümlerine uymuyoruz; onu rehber değil, sadece bir kutsal metin olarak görüyoruz. Oysa Kur'an, sadece okunmak için, dinlemek için değil, aynı zamanda yaşanmak için, hayatımıza yön vermek için indirilmişti. Müslüman toplumlar maalesef bu boyutu, esas boyutu yüzyıllardır ihmal etti.
Adalet: Unutulmuş Bir İlke
Belki de en çarpıcı olanı, adalet konusundaki zaafımız. İslam'ın temel ilkelerinden biri olan adil gelir dağılımı, Müslüman ülkelerde en çok ihlal edilen konulardan biri. Zenginle fakir arasındaki uçurum derinleşiyor, sosyal adalet yerini sefaletle sefahatin yan yana yaşandığı o iç burkucu manzaraya bırakıyor. Hz. Ömer'in (R.A) yönettiği Medine'de insanlar zekât verecek fakir bulamazken, bugün İslam coğrafyasının çoğunda insanlar en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Bu çelişki, sadece iktisadi bir sorun değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşün de göstergesi. Aslında Hz. Ömer (R.A) döneminde uygulanan adaletli ekonomik ve sosyal politikalar bugün de uygulanabilir. Neden olmasın!
Sorun Sadece Bireysel Değil: Yapısal ve Siyasal Krizler
Peki bu tablo, sadece bireysel eksikliklerimizden mi kaynaklanıyor? Elbette ki hayır. İstisnalar hariç yapısal sorunlar, yönetişim zaafları, hukukun üstünlüğünden uzak ve genelde emperyalistlere hizmet eden yönetimler ve halktan kopuk elitler de bu çöküşün zeminini hazırlıyor. "Dünya İslamilik Endeksi" gibi çalışmalar da gösteriyor ki, İslam ülkeleri iman ve ibadet dışındaki hukuki, politik, ekonomik, insani ve yönetimsel konularda İslami değerlerin yaşanması noktasında oldukça gerilerde yer alıyor. Acı ama gerçek; adalet, şeffaflık, yolsuzlukla mücadele, adil gelir dağılımı, yoksullukla mücadele, ifade özgürlüğü vs. gibi alanlarda, gayrimüslim ülkeler İslam ülkelerinden daha yüksek puan alabiliyor. Bu da o yakıcı soruyu zihnimize getiriyor: İslam bizde ama iman ve ibadet dışındaki hükümlerine ne kadar uyuyoruz? İslam ahlakının neresindeyiz?
Çözüm: Ruhen ve Zihnen Bir Diriliş
İzzetbegoviç, bu karamsar tablo karşısında umudunu kaybetmiyor ve bize bir çıkış yolu gösteriyor: İslami yeniden doğuş. Bir başka ifadeyle Müslümanların titreyip özlerine dönmesi. Onun çözüm reçetesi, romantik bir nostalji değil; gerçek bir ıslah, bir yenilenme çağrısı. Kur'an'ın o veciz ifadesiyle, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" (Âl-i İmrân, 3/103). Yani sadece şeklen değil, ruhen ve zihnen bir dönüşüm... Eğitimde, ekonomide, yönetimde, siyasette, bilimde ve kültürde İslam'ın temel ilkelerini, ahlaki boyutunu hayata geçirmekle mümkün olacak bir diriliş...
Son Söz: Soru Ortada, Cevap Bizde Saklı
"Bugünkü dünyada Müslümanlar neyi ifade ediyor?" sorusu, cevabı kaçırılmış bir soru değil aslında. Belki de asıl sorun, cevabın bizim pek de hoşumuza gitmemesi... Çünkü bu cevap, konforumuzu bozuyor, bize sorumluluk yüklüyor, hayat tarzımızı sorgulatıyor. Ama bu soruya cesaretle bakanlar için hâlâ umut var. Müslümanlar yeniden ayağa kalkabilir. Yeter ki neye inandığımızı, neyi kaybettiğimizi ve neyi yeniden inşa etmemiz gerektiğini bilelim. Ve en önemlisi, bu yolda samimiyetle yürümeye istekli olalım…”
Ömer YÜREKLİ
oyurekli@gazeteankara.com.tr
Gazete Ankara DHP Köşe Yazarı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
YORUM YAP