Türk Dizilerinin Toplumsal Yapı Üzerindeki Dejeneratif Etkileri: Kültürel Bir Analiz
(Ezginin Hafızası: Kültür, Sanat ve Müzik Üzerine Notlar – 9)
Son yirmi yılda Türkiye'de dizi film sektörü, yalnızca iç pazarda değil, küresel ölçekte de büyüyen bir kültürel ve ekonomik güç haline gelmiştir. Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan geniş bir izleyici kitlesi, Türk dizilerini düzenli olarak takip etmektedir. Bu kapsamda Türkiye, görsel hikâye anlatıcılığı yoluyla “yumuşak güç”ünü dünya sahnesine taşımaktadır.
Ancak bu güçlü kültürel ihracat ürünlerinin ülke içindeki toplumsal yapıya ve kültürel değerlere etkisi, kamuoyunun farklı kesimlerinde ciddi biçimde sorgulanmaktadır. Özellikle "kültürel dejenerasyon" kavramı, muhafazakâr ve entelektüel çevrelerin sıkça gündeme getirdiği eleştirilerin merkezinde yer alır. Bu yazı, Türk dizilerinin içeriklerinde öne çıkan temaları, dört ana başlıkta toplayarak kültürel çözülme açısından değerlendirir.
1. Aile Yapısının ve Geleneksel Değerlerin Aşınması
Türkiye’de toplumsal yapının temelini oluşturan aile kurumu, dizilerde genellikle kriz, entrika ve sadakatsizlik odaklı senaryolarla temsil edilmektedir. Geleneksel aile yapısında esas olan dayanışma, saygı, mahremiyet ve güven, yerini sık sık aldatma, ihanet ve güç mücadelesi içeren ilişkilere bırakmaktadır.
Bu tip temsiller, özellikle genç izleyiciler üzerinde, bozulmuş aile ilişkilerini olağanlaştırıcı bir etki yaratmakta; norm algısını saptırarak ahlaki çözülmeye zemin hazırlamaktadır. Dizi karakterlerinin davranışlarında sıkça karşılaşılan subliminal mesajlar, seyirciye açık bir biçimde değil ama alıştırıcı bir dozda sürekli verilerek, zamanla yeni ve sorunlu bir kimlik inşasına hizmet etmektedir.
2. Şiddetin ve Hukuk Dışılığın Meşrulaştırılması
“Mafya” ve “kabadayı” temalı yapımlar, şiddeti yalnızca eylem değil, aynı zamanda bir tür ahlaki adalet aracı olarak kodlar. Devletin hukuki mekanizmaları bu anlatılarda genellikle işlevsiz, geç ya da yozlaşmış olarak sunulurken; baş karakterler, kendi hukuklarını silah, tehdit ve güç kullanarak uygular.
Bu kurgu, izleyicinin zihninde şiddeti çözüm yöntemi olarak normalize eder. Karizmatik ve güçlü figürlerin “haklı” şiddeti, özellikle genç kitle üzerinde rol model etkisi yaratır. Bu durum, hukukun üstünlüğünü zayıflatır, kamusal adalet yerine bireysel intikam duygusunu teşvik eder ve uzun vadede şiddet kültürünün yaygınlaşmasına yol açar.
3. Tüketim Kültürünün ve Materyalizmin Yüceltilmesi
Türk dizileri, büyük ölçüde yüksek gelirli yaşam biçimlerini merkezine alır. Lüks villalar, şatafatlı ofisler, marka kıyafetler, spor arabalar gibi unsurlar sadece estetik değil, arzu edilen yaşam standardı olarak sunulur. Dizilerde mutluluğun, başarı ve statünün tek ölçütü olarak maddi zenginlik işlenir.
Bu kurgu, geniş halk kesimleri üzerinde, özellikle ekonomik sıkıntı içinde yaşayan bireylerde, gerçekdışı beklentiler ve tatminsizlik duygusu yaratır. Tüketim arzusu körüklenir; emek, liyakat ve sabır gibi toplumsal değerler geri plana itilir. Sonuç olarak ortaya çıkan, borçlanma eğilimi, gösteriş odaklı yaşam anlayışı ve giderek derinleşen psikolojik tatminsizliktir.
4. Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Sorunlu Temsili
Diziler, toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmede son derece güçlü bir rol oynar. Kadın karakterler sıklıkla ya entrikacı ve yıkıcı, ya da pasif ve mazlum kimliklere indirgenir. Güzellik, dizilerdeki kadınların en baskın özelliği olurken, bağımsız ve güçlü kadın figürleri ya “erkeksi” ya da “mutsuz” olarak kodlanır.
Erkek karakterler ise çoğunlukla sert, öfkeli, kontrolcü ve fiziksel şiddete başvuran kişiler olarak resmedilir. Bu temsil biçimi hem erkek hem de kadın seyircide, eşitlik temelli ilişki modellerinin dışlanmasına, kadına yönelik şiddetin olağanlaştırılmasına neden olur.
Böylece diziler, ataerkil değerleri modernleştirilmiş bir ambalajla yeniden üreterek, cinsiyet eşitliği mücadelesine zarar verir.
Sonuç
Türk dizileri, bir yönüyle Türkiye’nin kültürel ihracatını ve uluslararası tanıtımını güçlendiren bir araç olsa da, içerikleriyle toplumsal yapı üzerinde derin ve çok katmanlı etkiler yaratmaktadır. Aile bağlarının gevşemesi, şiddetin normalleşmesi, tüketim kültürünün yaygınlaşması ve sorunlu toplumsal cinsiyet temsilleri, bu yapımların “kültürel dejenerasyon” ile ilişkilendirilmesinin başlıca sebepleridir.
Unutmamak gerekir ki medya, yalnızca toplumun aynası değil; aynı zamanda onun şekillendiricisidir. Bu nedenle dizi sektörünün yalnızca reyting ve ticari kazanç odaklı değil, kültürel sorumluluk bilinciyle de hareket etmesi gerekir. Aksi hâlde Türkiye, kültürel zenginliğini temsil etmesi gereken diziler aracılığıyla, zamanla kendi toplumsal değerlerinden uzaklaşabilir.
Kaynakça
• Alankuş, S. (2019). Popüler Kültürde Şiddetin Estetize Edilmesi: Mafya Dizileri Örneği. İletişim ve Toplum içinde, H. Yılmaz (Ed.). İstanbul: İletişim Yayınları.
• Gürbilek, N. (2001). Vitrinde Yaşamak: 80'lerin Kültürel İklimi. İstanbul: Metis Yayınları.
• Mutlu, E. (2017). Televizyon ve Toplum. Ankara: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları.
• Öztürk, E. (2020). Türk Dizilerinde Aile Temsili ve Değişen Değerler. Sosyoloji Dergisi, 12(2).
• Kaya, A. (2018). Medya, Kültür ve Toplumsal Değişim. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Dr. Murat Karabulut – Köşe Yazarı
E-posta: mkarabulut@gazeteankara.com.tr
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi” – Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP