Yapay Zeka ve Etik: Toplumsal Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme
Dijital çağın kapılarını araladığımız bu günlerde, Yapay Zekâ insanlığın önünde belki de en kritik yol ayrımı gibi duruyor. Bir zamanlar yalnızca bilim kurgu hikâyelerinin konusu olan bu teknoloji, artık hayatın damarlarına kadar işlemiş durumdadır. Eğitimden sağlığa, ekonomiden hukuka kadar birçok alanda karar mekanizmalarımızı dönüştürüyor. Bu dönüşüm, yalnızca teknik bir ilerleme değil; aynı zamanda insanın kendi değerleriyle yüzleşmesini zorunlu kılan derin bir etik sınavdır.
İşte bu noktada karşımıza çıkan ilk mesele sorumluluktur. Bir hekimin teşhisini destekleyen algoritma hata yaptığında ya da sürücüsüz bir araç kaza yaptığında, kusurun faili kimdir? Mühendis mi, kurumu yönetenler mi, yoksa kendi kendine öğrenen yapay zekâ sisteminin kendisi mi? Avrupa Birliği’nin 2021’de yayımladığı Yapay Zekâ Yönetmeliği taslağı, şimdilik “Sorumluluk insanda kalmalıdır” diyerek meseleyi sınırlandırıyor. Ancak gelecekte daha özerk hâle gelen sistemler karşısında hukuk, bu çizgiyi yeniden tanımlamak zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu sadece teknik bir sorun değil; insanlığın “failiyet” kavramını yeniden tartışmaya açacak kadar felsefi bir meseledir.
İkinci olarak adalet sorunu dikkat çekiyor. Çoğu zaman teknolojiye tarafsızlık atfederiz; fakat yapay zekâ, verilerden öğrenir ve veriler toplumsal gerçekliğin aynasıdır. Gerçeklik önyargılarla doluysa, algoritmalar da bu önyargıları yeniden üretir. Nitekim ABD’de yapılan araştırmalar, işe alım algoritmalarının kadın adaylara sistematik olarak daha düşük puan verdiğini; yüz tanıma sistemlerinde ise siyahi bireyler için hata oranlarının beyazlara kıyasla birkaç kat daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durum, yalnızca bireysel mağduriyetlere değil, toplumun adalet duygusunun aşınmasına da yol açmaktadır. “Kara kutu algoritmalar” çağında yaşıyoruz; nasıl çalıştığını bilmediğimiz, sorgulayamadığımız sistemlere teslim olmak, toplumları derinden yaralayacak bir güvensizlik mirası bırakabilir.
Üçüncü tartışma ekseni ise insanın konumudur. Yapay zekânın yükselişi, bizi karar mekanizmalarında ikincil bir role mi itecek? Yoksa aklımız, vicdanımız ve değerlerimizle hâlâ yön verici bir özne olarak varlığımızı sürdürebilecek miyiz? Bu soru yalnızca istihdamın geleceğiyle sınırlı değildir; insanın özgürlüğüne, etik sorumluluğuna ve anlam arayışına uzanan bir derinlik taşır. Eğer kararlarımızı bütünüyle makinelerin ellerine bırakırsak, yalnızca sorumluluk bilincimizi değil, insan olmanın özünü de kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız.
Sonuç
Tüm bu tartışmalar gösteriyor ki yapay zekâ yalnızca mühendislerin ya da hukukçuların değil, felsefecilerin, sosyologların, eğitimcilerin ve politikacıların da ortak meselesidir. Esas sınavımız, teknik açıdan “akıllı” sistemler üretmek değil; adil, sorumlu ve insan onurunu gözeten sistemler kurabilmektir. Çünkü nihayetinde yapay zekâ bir araçtır; onu hangi amaçlarla ve hangi değerler doğrultusunda kullanacağımız, insanlığın geleceğini tayin edecektir.
Belki de burada, yüzyıllar öncesinden gelen bir öğüdü hatırlamak gerekir. Mevlânâ, “Aklını hayra sarf et ki, o akıl sana hem bu dünyada hem öte dünyada yol göstersin” der. Bugün yapay zekâyı hangi niyetle yönlendirdiğimiz, yarının dünyasında nasıl bir toplum olacağımızı belirleyecek. Teknolojiyi insanlık onuruyla buluşturabilirsek, yapay zekâ korkulan değil, umut edilen bir geleceğin kapısını aralayabilir.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP