Pakistan’ın Bağımsızlık Gününde Türkiye’den Dostluk Selamı
14 Ağustos 1947… Ramazan ayının 27. gecesi, yani Müslümanlarca “Kadir Gecesi” olarak bilinen mübarek bir zaman dilimi… Karaçi semalarında dalgalanan ay yıldızlı yeşil bayrak, yalnızca bir ülkenin değil, bir milletin yüzyıllar süren duasının ve mücadelesinin sembolüydü. “Lâ ilâhe illallah” nidaları, hem inancın hem de özgürlüğün coşkulu yankısı olarak milyonların yüreğini titretiyordu. O gün Pakistan, yalnızca siyasi sınırlarını değil, gönül sınırlarını da çizen bir kimliğe kavuştu: Müslümanların özgürce yaşayabileceği, ezan seslerinin susturulamayacağı bir İslam yurdu…
Bugün, 78 yıl sonra, Pakistan bu kutlu günü yine aynı heyecanla kutluyor. Ama bu coşkuyu hissedenler yalnızca Lahor’da, Karaçi’de, İslamabad’da değil… Ankara’da, İstanbul’da, Konya’da, Erzurum’da velhasıl Türkiye’nin her yerinde de gönüller aynı ritimde atıyor. Çünkü Türkiye ve Pakistan’ın dostluğu, sadece diplomatik bir ilişki değil; kökleri tarihin derinliklerine uzanan, inançta, ideallerde ve kalpte birleşmiş bir kardeşliktir.
Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesi, Anadolu’nun istiklâl mücadelesiyle aynı ruha sahiptir. 1919–1923 yıllarında Anadolu’da verilen kurtuluş savaşına Pakistan topraklarından yükselen dualar, yardımlar hâlâ tarih sayfalarında yazılıdır. O günlerin gençleri, belki Anadolu’nun köylerini hiç görmemişti, ama kalplerinde “Türk kardeşlerimiz” diyerek yardım kampanyaları düzenlediler. Hilâl-i Ahmer’e (Kızılay) gönderilen yardımlar, Anadolu insanına sadece maddi değil, manevi bir güç de verdi.
Bu yardımların ve manevi desteğin öncülerinden biri de, Pakistan’ın milli şairi, filozof ve fikir adamı Dr. Muhammed İkbal’di. 1877’de Hindistan’ın Sialkot şehrinde doğan İkbal, yalnızca Urdu edebiyatının değil, bütün İslam dünyasının güçlü sesi oldu. Felsefe eğitimi için bulunduğu Cambridge ve Münih’te Batı düşüncesini tanıdı; ama Doğu’nun manevi değerlerini terk etmedi. Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında, İkbal adeta Anadolu’nun sesi oldu. Lahor’da ve Hindistan’ın çeşitli şehirlerinde düzenlenen mitinglerde Türk halkının mücadelesini, İslam dünyasının onur savaşı olarak anlattı. Toplanan yardımların önemli bir kısmı onun öncülüğüyle Anadolu’ya gönderildi.
İkbal’e göre İslam aydınları, son beş yüzyıldır içine kapanarak mevcut sosyal sorunlara çareler üretememişti. Ona göre, İslam dünyasında son dönemde en çarpıcı gelişmeleri Türkler gerçekleştirmişti. Bu yüzden Türklere karşı ayrı bir sevgi ve ilgi besledi. 1911’de Trablusgarp Savaşı şehitleri için yazdığı bir şiirinde, rüyasında Hz. Peygamber’in huzuruna çıktığını ve “Bize ne getirdin İkbal?” sorusuna, “Cennette bile bulunmayan bir hediye olarak size Türk’ün kanının bulunduğu bir bardağı getirdim ey Allah’ın Resulü” diye cevap verdiğini dile getirdi. Bu, onun gözünde Türk milletinin İslam’a adanmışlığının sembolüydü.
İkbal, sömürgecilik döneminde bağımsızlığını koruyabilen tek Müslüman milletin Türkler olduğunu, “İslam Rönesansını” gerçekleştirecek potansiyele sahip tek milletin de yine Türkler olduğunu söyledi. Bir duasında, “Allah’ım… İslam milletine kıpırdanış, silkiniş imkânı bağışla, Hazreti Ali gönlü, Hazreti Ebubekir sadakati ve ihlası bağışla. Bu ümmetin ciğerine Muhammed (a.s.) aşkının okunu sapla. Yeniden dünyaya hâkim olma arzusu uyandır onlarda” diye yakardı.
İlk uçak seyahatinde, Türk hava sahasına girildiğinde ayağa kalkarak, “Bu topraklar mübarek topraklardır… Eğer Türk milleti olmasaydı, İslam Arap Yarımadası’na hapsolurdu” demesi, onun Türk milletine duyduğu derin hürmeti gösteren en çarpıcı anekdotlardan biridir.
Bugün hem Pakistan’da hem Türkiye’de Muhammed İkbal’in adı geçtiğinde, yalnızca bir şair değil, iki milletin kader ortaklığını güçlendiren bir gönül insanı hatırlanır. İki ülkenin bayraklarında da ay ve yıldız var; ikisi de bağımsızlığını inancının gücüyle kazandı, ikisi de zor zamanlarında birbirine omuz verdi. Depremler, doğal afetler, savaşlar… Pakistan’ın 2005’te yaşadığı deprem felaketinde Türk arama kurtarma ekiplerinin Lahor sokaklarında kardeşlerini araması, 2011 Van depreminde Pakistan’dan gelen yardım çadırlarının Anadolu’nun sert rüzgârlarında dalgalanması, bu kardeşliğin somut örnekleridir.
Bu bağ, yalnızca devletlerarası protokollerde değil, halkın gönlünde yaşar. Lahor’da bir çocuğa “Türkiye” dediğinizde yüzünde beliren tebessüm, İstanbul’da bir gence “Pakistan” dediğinizde gözlerinde parlayan sevgi, bunun en canlı kanıtıdır. Pakistan’ın bağımsızlığı, yalnızca kendi halkı için değil, tüm mazlum milletler için umut olmuştur. Bugün iki ülke, sadece geçmişin kardeşliğiyle değil, geleceğin ortak vizyonuyla da birbirine bağlıdır. Savunma sanayinden eğitime, kültürden ticarete kadar geniş bir iş birliği alanı vardır. Ama en önemlisi, her iki milletin kalbindeki samimi duadır: “Kardeşliğimiz kıyamete dek sürsün.”
14 Ağustos, Pakistan için bir gurur günü olduğu kadar Türkiye için de bir sevinç günüdür. Çünkü bizler, aynı inançla yoğrulmuş, aynı idealler uğruna bedel ödemiş, aynı kıbleye yönelmiş iki milletiz. Bu vesileyle Pakistan’ın 78. bağımsızlık yıl dönümünü yürekten kutluyor, Muhammed Ali Cinnah’ın şu sözünü hatırlatmak istiyorum:
“Bir milletin gücü, birliğinde saklıdır.”
Ve bizde ekliyoruz: Türkiye ve Pakistan, Allah’ın izniyle, bu birliği ebediyen koruyacaktır.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP