YAZARLAR

28 Haziran 2025 Cumartesi, 00:00

Ortadoğu’da Tarihsel Mitlerle Modern Gerçekliğin Çatışması: Vaat Edilen Topraklar Mı, Kalıcı Barış Mı?

Orta Doğu’da kalıcı barışın önündeki en büyük engellerden biri, tarihsel ve dini temellere dayalı toprak iddialarının, günümüz uluslararası hukukuna ve diplomatik gerçekliğe rağmen, hâlâ siyasal zeminde meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. Bu çatışmanın en çarpıcı örneği, İsrail’in bazı çevrelerinde hâlâ diri tutulan “Arz-ı Mev’ud” yani “Vaat Edilmiş Topraklar” ideolojisinde gözlemlenmektedir. Bu inanca göre, Tanrı’nın Hz. İbrahim’e Nil’den Fırat’a kadar vaat ettiği geniş coğrafya, tarihsel bir hak değil, güncel bir hedef olarak değerlendirilmektedir.

Teolojik Bir Anlatıdan Siyasal Genişlemeye

Arz-ı Mev’ud inancı, Tevrat kökenli olmasına rağmen, modern devletler sisteminde uluslararası hukuk tarafından tanınan bir hak teşkil etmez. Buna rağmen özellikle 1967 Altı Gün Savaşı sonrası İsrail’in Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri’ni işgal etmesi, bazı dini gruplarca bu toprakların ilahi plan doğrultusunda “geri alındığı” şeklinde yorumlanmıştır. Bu görüşü benimseyen radikal siyonist gruplar, Batı Şeria başta olmak üzere işgal altındaki bölgelerde yasa dışı yerleşimler inşa ederek, dini referanslı bir yayılma politikasını fiilen hayata geçirmiştir.

İsrail devleti resmi olarak bu ideolojiyi benimsememiş olsa da, aşırı sağcı ve dindar koalisyon ortaklarının bu fikre olan yakınlığı, devletin laiklik ilkesinden ne denli uzaklaştığını göstermektedir. Bir yanda kendisini demokratik, laik ve Batı yanlısı bir hukuk devleti olarak tanımlayan İsrail; diğer yanda Arz-ı Mev’ud’u kutsal görev olarak gören radikal unsurlarla aynı masaya oturmakta, bu çelişki devletin iç bütünlüğünü ve uluslararası meşruiyetini tehdit etmektedir.

Uluslararası Hukukun Açık Hükmü: Yerleşimler Yasadışıdır

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları başta olmak üzere, çok sayıda uluslararası belge İsrail’in işgal altındaki topraklardaki yerleşim faaliyetlerini yasa dışı ilan etmiştir. Buna rağmen İsrail, kimi zaman bu kararlara doğrudan karşı çıkarak, kimi zaman ise dolaylı biçimde destekleyerek yasa dışı yerleşim politikalarını sürdürmektedir. Bu tutum yalnızca Filistinlilerin haklarını ihlal etmekle kalmaz; aynı zamanda İsrail’i uluslararası sistemde yalnızlaştırır ve barış görüşmelerini çıkmaza sürükler.

İsrail, Arz-ı Mev’ud mitinin devlet politikası haline gelmesine izin verirse, bu sadece iki devletli çözümün sonunu getirmekle kalmaz, bölgesel çatışmanın kalıcı hale gelmesine ve radikalleşmesine de zemin hazırlar. Tarihsel bir kutsiyetle hareket eden hiçbir siyasi proje, modern toplumlar arası barışı inşa edemez.

İsrail İçin Bir Yol Ayrımı: Demokrasi mi, Teokrasi mi?

İsrail bugün kritik bir eşiktedir. Ya laiklik, hukuk devleti ve uluslararası normlara dayalı bir siyasal çizgide ilerleyerek meşru bir barış aktörü olacak ya da dini referanslarla sınır çizmeye çalışan radikal grupların etkisine boyun eğerek iç çelişkilerle boğuşan bir devlet haline gelecektir.

İsrail’in aşırı sağcı siyasal yapılarla kurduğu koalisyonlar, iç siyasette olduğu kadar dış politikada da ciddi sorunlar yaratmaktadır. Bu gruplar, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilere karşı yürütülen sert politikaları meşrulaştırmakta, yerleşim faaliyetlerini dini görev olarak sunmakta ve barış süreçlerini sabote etmektedir.

Demokratik kurumların zayıfladığı, yargının siyasileştiği ve dini temelli yasaların gündeme geldiği bir ortamda İsrail’in hem içeride özgürlükçü bir yapıyı koruması hem de dışarıda müttefiklerini kazanması neredeyse imkânsız hale gelir.

Kalıcı Barış İçin Atılması Gereken Somut Adımlar

Eğer gerçekten kalıcı bir barış hedefleniyorsa, İsrail’in atması gereken adımlar gayet açıktır ve bir ahlaki sorumluluğu da beraberinde getirir: Bu anlamda İsrail;

  • Arz-ı Mev’ud ideolojisinden resmen uzaklaştığını beyan etmelidir.
  • Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasa dışı yerleşim faaliyetlerini sonlandırmalıdır.
  •  Aşırı sağcı, ırkçı ve dini referanslı siyasal ortaklıklarını feshetmelidir.
  • Filistinlilerin meşru haklarını tanıyan, eşitlik ve karşılıklı güven temelinde inşa edilecek bir barış sürecini başlatmalıdır.

Bu adımlar yalnızca Filistin halkının değil, İsrail vatandaşlarının da güvenli ve barışçıl bir geleceğe sahip olmasını sağlayacaktır. Zira ideolojik yayılma peşinde koşan her devlet, normal şartlarda önce içeriden çürümeye, sonra dışarıda izole olmaya mahkûmdur!

Sonuç: Mitolojiyle Değil, Akılla Yönetilen Bir Coğrafya

Ortadoğu, tarih boyunca dinlerin, medeniyetlerin ve mitlerin kesiştiği bir coğrafya olmuştur. Ancak 21. yüzyılda bu coğrafyada barış, mitolojilerin değil, hukukun ve aklın yön verdiği politikalarla sağlanabilir. İsrail eğer bu bölgede kalıcı bir aktör olmak istiyorsa, dini ideallerin ardına sığınmadan; uluslararası meşruiyeti esas alan, insan haklarını gözeten ve karşılıklı güvene dayalı bir sistem inşa etmelidir. Çünkü bugün alınacak kararlar, sadece bugünü değil, yarının Orta Doğu’sunu da belirleyecektir. Aksi halde bir takım mitlerle hareket eden bir topluluğun sonunda hüsrana uğraması kaçınılmazdır.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)