YAZARLAR

06 Eylül 2025 Cumartesi, 00:00

Kur’an: Mezarlıkların Sessizliğinde Değil, Hayatın İçinde Yaşanmalı

Bir yaz gününde, mezarlık ziyaretimizde, derin ölüm sessizliği içinde yalnızca bir imamın dudaklarından dökülen Kur’an sesi işitiliyordu. Hafif bir rüzgâr, ılgın ılgın mezar taşlarının arasından dolaşıyordu. Herkes gözyaşlarıyla tilaveti dinliyorken, o an zihnimde bir soru yankılandı: Bu kelam-ı ilahi gerçekten ölüler için mi inmişti, yoksa yaşayanlara mı?

Kur’an-ı Kerim, ilk kez Mekke’nin dar sokaklarında duyulduğunda; ticaret yapan, sevinç yaşayan, acı çeken, umut eden insanlara hitap etmişti. Onlara zulmün karşısında adaleti, cehaletin yerine bilgiyi, umutsuzluğun yerine dirilişi getirmişti. O, diri kalpleri uyandırmak ve yaşayan hayatları inşa etmek için gelmişti.

Bugün ise manzara farklıdır. Kur’an’ın sesi daha çok mezarlıklarda duyulur oldu. Oysa Kur’an’ın kendi ifadesi çok açıktır:

  • “Biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?” (Kamer, 17)
  • “Bu (Kur’an), senin ve kavmin için bir öğüttür; ondan hesaba çekileceksiniz.” (Zuhruf, 44)
  • “O, dirileri uyarmak için indirilmiştir.” (Yâsîn, 70)

Kur’an, yaşayanlara hitap eder! Onu ölülerle sınırlamak, en büyük hakikati unutmaktır.

Kur’an, yalnızca bireysel ibadeti değil, toplumsal düzeni de şekillendiren bir rehberdir. Ekonomiden ahlaka, aileden hukuka, sanattan ilme kadar insan hayatının her alanına dokunur. Defalarca sorar: “Aklınızı kullanmaz mısınız?” Çünkü hedefi, düşünen, sorgulayan, bilinçli bir toplumdur.

Ama bugün, Kur’an çoğu kez ritüellere sıkıştırılmıştır. Ölünün ardından okunur, sevap niyetiyle kapatılır; fakat yaşayanların gündelik hayatında çoğu zaman bir söz hakkı bulamaz. Oysa Kur’an, bir mezarlık kitabı değil, hayat pusulasıdır.

Toplumsal olarak yaşadığımız en büyük sorunlardan biri, Kur’an’ın hayat rehberliğini bir kenara bırakıp onu sembolik bir kutsal nesneye indirgememizdir. Bu, sosyologların “kutsalın pasifleştirilmesi” dediği olgudur. Yani, Kur’an’a derin bir saygı gösterilir; fakat bu saygı, onu hayatın dışına iterek gerçekleşir.

Modernleşme süreciyle birlikte Müslüman toplumlar, hızla değişen dünya karşısında Kur’an’ın yol göstericiliğini günlük hayata uyarlamakta zorlanmış, çoğu zaman onu ölüm ritüellerinde saklı bir teselli kaynağına indirgemiştir. Bu, bir tür “kaçış alanı”dır: Hayatı değiştiremeyince, kutsalı ölülerin yanına taşımaktır.

Oysa Kur’an’ın asıl gayesi, dirilerin hayatını dönüştürmektir. Onu sadece mezarlıkta okumak, toplumsal bilinci uyuşturur; çünkü Kur’an’ın adalet, merhamet ve özgürlük çağrısı gündelik hayatta işitilmez hale gelir. Böylece din, aktif bir yol gösterici olmaktan çıkar, pasif bir gelenek haline gelir.

Kur’an’a en büyük saygı, onu hayatımıza taşımaktır. Güzel sesle okumak elbette kıymetlidir; ama asıl değer, onun mesajını davranışlarımıza yansıtmaktır. Hz. Peygamber’in hayatı bunun en büyük örneğidir: “O’nun ahlakı Kur’an’dır.”

Bugün Kur’an’ı anlamadan okumak, onun ruhunu karanlığın sessizliğine hapsetmektir. Oysa Kur’an’ın asıl işlevi, bireyin vicdanını, toplumun adalet duygusunu ve insanlığın ortak değerlerini diri tutmaktır.

Sonuç

Kur’an, mezarlıklarda yankılanmak için değil; hayatın kalabalığında, sokakların gürültüsünde, evlerin neşesinde, okulların merakında, adalet arayışlarının ortasında yankılanmak için indirilmiştir.

Bugün bize düşen görev, Kur’an’ı yeniden yaşayanların kitabı haline getirmektir. Onu evlerimize, iş yerlerimize, okullarımıza taşımadıkça, aslında ölülerden önce biz kendi ruhlarımızı karartırız.

Temennimiz; belki bir gün, bir mezarlıkta Kur’an tilavetini dinlerken şu hakikati fark ederiz: O ses, orada sadece sessizce yatanlara değil, hâlâ nefes alan bizler için yükseliyor. Bizim kalplerimizi uyandırmak, yolumuzu aydınlatmak, hayatımızı diri kılmak için… Kuran'ı hayatımızda rehber edinmek dileğiyle...

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)