Tatil ve Şiir
Tatil; hayatın rutin akışına karşı bir mola vermek, hayatın hızını yavaşlatmak hem kendimizi hem de zamanı yeniden keşfetmektir. Kendimizle beraber olmak aynı zamanda kendimizi tanımamıza fırsat sağlar.
Foça’da bir tesiste konaklıyorum. Geceleyin iskelenin bir kıyısına oturdum. Yapay ışıklandırma yok denecek kadar az. Bu nedenle karanlığı doğal haliyle görüyorum ve o karanlığın içinde parlaklığını hissettiren yıldızları görüyorum. Yıldızlarla kaplı gökyüzü muhteşem bir tablo gibi, kendi sonsuzluğuna alıp götürüyor. Şehir hayatında geceleri ışık kirliliği olduğu için gökyüzünü net seyredemiyoruz. Ancak yapaylığın azaldığı, doğallığın arttığı bir ortamda gökyüzünün büyüleyici bir manzara fark ediyoruz.
Bir yandan gökyüzü beni kendi derinliğine çekerken, diğer yandan tertemiz deniz rüzgarını içime çekiyorum. Rüzgârın denizde oluşturduğu dalgalar iskelenin duvarına çarpıyor ve kendine mahsus tarif edilmez bir melodi doğuyor. Yıldız ışıkları dalgaların yüzeyinde dans ediyor. Deniz yüzeyi bir ışık gölge oyunu gibi. Gözlerim bazen denize bazen gökyüzüne çevriliyor.
İnsan sadece dışarı bakmıyor böyle anlarda, içinize de bakıyorsunuz. Zamanın ve evrenin akışı içinde bir toz zerresi gibi hissediyorum kendimi. Böyle olmakla birlikte insanların kendini merkez sayıp gereksiz büyüklenmeleri anlamsız geliyor bana. İnsanın insana çektirdiklerini nasıl da saçma buluyorum bu düşünce içinde. Her şeyin geçici olduğunu tıpkı su yüzeyindeki ışık gibi, duvara vuran dalga sesi gibi var olmakla yok olmak arasında bir döngüde olduğumuzu düşünüyorum. Gereksiz kaygılarla boğuşmanın hayatı nasıl çekilmez hale getirdiğini fark ediyorum.
Yaşadığım bu ruh halini şiire dökmek geçiyor aklımdan. Cep telefonunu çıkarıp not kısmına şu satırları yazıyorum.
“Deniz ve hayatın kıyısındayım
Bin bir düşüncenin ortasındayım
Evrenin içinde yıldız tozuyum
Bilmem ki ben neyin kaygısındayım?
**
Kıyıya usulca dalga vuruyor
Dalgada ışık, ses, ne hoş duruyor
Ben de ışık, dalga ve ses olsaydım
Doğru yaşayanı hayat yoruyor
**
Deniz, gök, rüzgâr ve ben yalnızım
Doğanın içinde, yazılmış yazım
Bir çocuk aç yatsa, bir zulüm olsa
Aniden depreşir yürekte sızım
**
Denizden yüzüme bir rüzgâr eser
Yıldızlar halime bakıp gülümser
İnsanın bu garip hikayesine
Yıldızlar ne söyler, deniz ne söyler
**
Dünyanın, hayatın bir sırrı mı var?
Varsa bu sır, nasıl nereye kadar?
Gece gece neler düşünüyorum
Bu evren bir zihne ne kadar sığar?
**
Nice insan gelmiş geçmiş dünyadan
Yaşamanın farkı var mı rüyadan?
Şerefli yaşamak tüm hikâye bu
Sadece hoş anı geride kalan”
Şunu fark ettim, yalnızlık, hüzün ve fanilik düşüncesi insanı şiire yönlendiriyor. Böyle bir ruh durumunda mizah doğmuyor. Mizah; sosyal yapıda çarpık insan karakterleri ve ilişkilerin olduğu zeminde ortaya çıkıyor.
Şiir aynı zamanda içimize yolculuğun müzikal ifadesidir. Tatilde ise daha çok kendini hissettiriyor.
YORUM YAP