Avrupa Yeşil Mutabakatı Türk İhracatçılarına Neler Sunuyor ? (I)
Avrupa Komisyonu’nun 2050 yılına kadar karbon salınımını sıfırlamaya yönelik kararı, sadece çevresel sürdürülebilirlik başlığı altında değerlendirilmeyecek kadar geniş bir kapsamlı bir değişikliğin başlama düdüğünü ifade etmektedir. Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı (AYM), başta enerji olmak üzere bazı özellikli imalat sektörlerinde, tarım ve lojistik alanlarında yapısal değişiklikleri bünyesinde barındırmaktadır.
Aslında ilk önce Yeşil Mutabakatın Avrupa Komisyonu tarafından 2019 yılında kaleme alınmasından önce, konunun tek bir uluslararası anlaşmaya dayalı olmaksızın, birden fazla iklim, çevre ve sürdürülebilirlik konularındaki küresel politikaların içeriğine de bakmak gerekmektedir. Öncelikle 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi belirli bir alt yapı oluşturmuştur. Sera gazının azaltımı, ülkelerin çevre ve iklim uyumlaştırma sorumluluklarını ve adaptasyon politikalarını somutlaştırmayı hedeflemiştir. Kyoto protokolü (1997) ile de ilk global ölçekte iklim protokolü imzalanmıştır.
Yine Birleşmiş Milletlerin 2015’de kaleme aldığı Sürdürülebilirlik Kalkınma Hedefleri belirlenmiş, Temiz enerji, sürdürülebilir sanayi, sürdürülebilir şehirler, sorumlu üretim, ve iklim eylemi oluşturulmuştur. Paris İklim Anlaşması (2015) ile de bu çalışmaların çatısı oluşturulmuştur. Emisyonun azaltımı ve çevresel politikalara uyum sağlama yükümlülüklerini içeren bir mutabakat metni ile Avrupa Birliğinin Paris Anlaşmasına tam adaptasyonu sağlanmıştır. Burada özellikle 2050 yılına kadar iklim nötrlüğü hedefi dikkat çekicidir. Bu süreç özellikle Kamu ’ya, sivil toplum kuruluşlarından önce özellikle özel sektörün bu sürece hazırlanması önem kazanmıştır. Türk imalat sektörünün öncelikli ihraç pazarının Avrupa Birliği olması, emisyon azaltımında hızlı yol almamızı gerektirecek bir husustur. Nitekim, 9 temmuz 2025 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ilk iklim kanunu çerçevesinde yeni düzenlemeler de beraberinde gelecektir.
Tabi ki çok farklı taraflardan ele alınabilecek bir konu olmakla beraber bu düzenlemelerin dış ticaretimize olası yansımalarını çok dikkatli takip etmek gerekmektedir. Avrupa Birliği ile olan yaklaşık 210 milyar dolarlık ticaretimizin yaklaşık 106 milyar doları ihracat olarak gerçekleşmektedir. Bu rakam toplam ihracatımızın % 42’sini ifade etmektedir ve gayet ciddi bir orandır. Dolayısıyla Avrupa Birliği ülkelerinin dış ticarete ilişkin kararlarını da değiştirebilecek nitelikte olan Yeşil Mutabakat içeriği Türk ihracatçısı için bazı riskler barındırmaktadır. İhracatçı işletmelerimizin “yeşil rekabet politikaları” oluşturmak suretiyle yeni yol haritalarına ihtiyaç duyacaktır. Aslında bunu sektör bazında da incelemek daha yararlı olur ancak şimdilik genel manzaraya bakmakla yetinelim düşüncesindeyim.
Öncelikle Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), özellikle Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) nedeniyle Türkiye’nin ihracatı için hem fırsatlar hem de riskler oluşturmaktadır. Bu hafta öncelikle riskler konusunu kaleme almak istiyorum. İlk olarak, “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” çerçevesi içinde, bazı ihracatçı sektörlerimize AB pazarı için karbon ayak izine göre ek maliyetler getirecektir. Demir-çelik, Alüminyum, Çimento, Elektrik, Gübre ve Hidrojen olmak üzere 6 sektörde öncelikli bir ticaret bloku ile karşı karşıya kalabiliriz. Özellikle çimento, demir-çelik ve kısmen de alüminyum sektörlerinde bir ticaret saptırıcı etki kendini gösterecektir. Kısa vadede elektrik, gübre, hidrojen sektörlerinde ihracatçı olamama durumu bu sektörlerde bir handikap yaratacak gibi durmasa da, yakın planda kimyasallar, tekstil, plastik ve otomotiv gibi Türk imalat sanayi ihracatının en önemli sektörlerinde düzenlemeler gelmeye başlayacaktır. Düzenleme kısaca şöyle gerçekleşecek; eğer Türk üreticilerin karbon emisyonu AB ortalamasından fazla ise, bu malların AB topraklarına girerken gümrüklerde ürün başına “karbon vergisi” ödenmesi gerekecektir. Bu durum birim maliyetleri artıracak, zaten zorlandığımız rekabet dünyasında “fiyat “ rekabeti yapma becerimizi kaybedeceğiz. Bu durum AB pazarında kayıplara yol açması beklenmektedir.
Diğer ikinci önemli konu başlığı yeşil ürün zorunluluğudur. Türk ihracatçılarından tüm tedarik zincirlerinde karbon nötr hedefleri ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, nihai ürün dışında, tedarik zinciri içindeki tüm hammadde, yarı mamül vb. gruplarında karbon nötr uygulamaları geçerli olacaktır. Özellikle yenilebilir enerji kullanımı, Enerji verimliliği, dijital izlenebilirlik, geri dönüştürülebilir malzeme kullanımı, üretim süreçlerinin raporlanması ve izlenebilirliği gibi son derece bizim için yeni ve kapsamlı yeni standartlar devreye girmek için fırsat bekleyecektir. Bunların her biri ciddi kapsamlı uyum çalışmaları gerektirmektedir. Özellikle temel politikası fiyat rekabeti olan ihracatçılarımızın yeşil dönüşüme ayak uyduramayan tedarikçileri süreçten ayıklamak zorunda olması ihracatçılarımızı yeni tedarikçiler bulmaya itecektir. Bu durum kısmi zamanlı da olsa ithalat baskısı yaratacaktır. Yeşil dönüşümü ayak uydurmak zorunda olan işletmelere karbon ayak izi raporu, yeni ISO standartları veya çevresel ürün beyanı (EPD) gibi yepyeni belgeleri bulundurma zorunluluğu doğuracaktır.
Yukarıda ifade edilen ek maliyetlerin yanında, üretim merkezlerinde enerji verimliliğinin modernizasyonunun yapılması, su ayak izinin hesaplanması, dijital karbon ölçümüne yönelik alt yapının oluşması, atık yönetim sistemleri gibi Türk imalat sanayinin çok da fazla mesai ve bütçe ayırmadığı alanlarda ciddi bir dönüşüm onları beklemektedir. Bu maliyet artışları Türk ihracatçıları için gerçekten aşılması zor bazı eşikler oluşturacaktır.
Sonraki yazımızda da bu süreçlerin aşılması için alınması gerekli bazı önlemlerin ve politikaların neler olabileceği hakkında sesli düşünmeye devam ederiz.
Prof. Dr. Cemalettin Aktepe
Ankara HBV Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı – Köşe Yazarı
caktepe@gazeteankara.com.tr
YORUM YAP