Müslümanların Çilesi: Tarihi Hakikatler, Güncel Gerçekler
Değerli okuyucularımız, bugünkü yazımızda, Müslümanların tarih boyunca ve günümüzde maruz kaldığı imtihanlar, iç zaaflar ve dış müdahaleler ele alınacak; ayrıca Türkiye’nin İslam coğrafyasındaki stratejik ve çözüm odaklı rolü küçük başlıklar halinde irdelenecektir. Ve konunun önemine binaen haliyle diğer yazılarımızdan biraz daha uzun olacaktır. Sıkılmadan okumanız dileğiyle…
İslam dini kusursuzdur; Allah tarafından korunmuş, asla değişmeyecek bir hakikat olarak insanlığa sunulmuştur. Buna rağmen tarih boyunca en çok sıkıntıya, savaşa, işgale ve parçalanmaya uğrayan toplulukların Müslümanlar olması, insanın zihninde derin sorular oluşturuyor. Bu soruya cevap verirken, hem dinin temel hakikatlerini hem de günümüzün siyasal ve sosyolojik şartlarını birlikte değerlendirmek gerekir. Şöyleki;
İmtihanın Tabiatı: Kur’an, “Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155) buyurur. Yani sıkıntı, sadece Müslümanlara özgü değildir; bütün insanlık için bir sınavdır. Fakat Müslümanların iddiası daha büyüktür: Allah’a teslim olmuş bir ümmet olduklarını söylerler. Dolayısıyla onların imtihanı da daha ağırdır.
Zaafların Bedeli: Bugün İslam coğrafyasında akan kanı yalnızca dış güçlere bağlamak kolaycılık olur. Asıl mesele, Peygamberimizin uyardığı “vehnet” hastalığıdır: dünyayı sevmek ve ölümü sevmemek. (Ebu Davud). Müslümanların kendi içindeki parçalanmışlığı, iktidar hırsları, mezhep ve etnik çatışmaları, onları düşmanlarının karşısında güçsüz bırakmıştır. Din kusursuzdur; ama uygulayıcılar kusurludur.
Güncel Coğrafi Gerçekler: Müslümanların yaşadığı topraklara baktığımızda, enerji kaynakları, stratejik boğazlar, geçiş yolları ve verimli arazilerin tam merkezinde olduklarını görürüz. Bu durum onları sürekli müdahalelere açık hale getiriyor. Bugün Ortadoğu’nun haritası, sadece inanç çatışmalarının değil, aynı zamanda petrol ve doğal gaz hesaplarının kanlı sonucudur.
- Filistin: Bir asırdır süren işgal ve zulüm, ümmetin zaaflarının da Batı’nın çıkar oyunlarının da acı bir yansımasıdır.
- Suriye: Mezhep çatışmaları üzerinden kışkırtılan bir iç savaş, milyonları yerinden etmiştir.
- Irak ve Libya: Petrol uğruna paramparça edilmiş devletlerdir.
- Afganistan: Yarım yüzyıldır süren işgal ve iç çatışmalar, “Büyük Oyun”un değişmeyen sahnesidir.
Her biri, İslam coğrafyasının hem dışarıdan sömürgeci iştahların hem içeriden basiretsiz yönetimlerin kurbanı olduğunu kanıtlıyor.
Gayrimüslimlerin Görünmeyen İmtihanı: Batı toplumları ise yüzeyde daha huzurlu görünür. Ancak onların imtihanı bolluk, refah, dünyevileşme ve manevî boşluktur. Aile bağlarının çözülmesi, genç nesillerdeki inançsızlık, intihar oranlarının artışı, görünmeyen ama ağır musibetlerdir. Kur’an, “ Kâfirler sakın kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla hayırlarına olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak azaplarını artırmak için mühlet veriyoruz.” (Âl-i İmrân, 178) diyerek bu gerçeği haber verir.
Türkiye’nin Jeopolitik Konumu: Türkiye, İslam coğrafyasının kalbinde, Asya ile Avrupa arasında bir köprü konumundadır. Bu durum, ülkeyi tarih boyunca hem savunma hem de saldırı için stratejik bir merkez hâline getirmiştir. Osmanlı’dan günümüze, Türkiye bu konumu nedeniyle dış müdahalelere, savaşlara ve diplomatik baskılara maruz kalmıştır.
- Osmanlı Mirası: Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte İslam coğrafyasında bir boşluk oluşmuş, bu boşluk yabancı müdahalelere ve iç karışıklıklara sahne olmuştur. Türkiye, hem bu mirası taşımış hem de yeni devletler için bir referans noktası olmuştur.
- Soğuk Savaş ve Modern Jeopolitik: 20. yüzyılda Türkiye, Doğu-Batı arasındaki gerilimde stratejik bir köprü olarak kullanılmış, dış güçlerin çıkar çatışmalarına sık sık sahne olmuştur.
- Günümüz Siyasi Rolü: Suriye, Irak, Filistin ve diğer kriz bölgelerine olan coğrafi yakınlığı, Türkiye’yi hem insani yardım hem diplomatik müdahale açısından merkezi bir aktör hâline getirmiştir.
İç Dinamikler ve Müslümanların Sınavı: Türkiye’nin konumu bir avantaj olmakla birlikte, Müslüman toplulukların yaşadığı zorluklar sadece dış müdahalelerden kaynaklanmamaktadır. Peygamber Efendimiz’in vurguladığı “vehnet” hastalığı hâlâ geçerlidir: Dünyayı sevmek ve ölümü sevmemek. Toplumun adalet, birlik ve ahlak standartlarından uzaklaşması, dış baskılarla birleştiğinde sıkıntıları daha derin ve görünür kılar.
Türkiye’nin Örnek Rolü: Buna rağmen Türkiye, Müslüman coğrafyasının umut noktalarından biri olmuştur. Tarih boyunca medeniyetler arasında bir köprü rolü oynamış, İslam’ın birlik ve adalet ilkelerini savunmuş, savaş ve felaket bölgelerine yardım göndermiştir. Bu bağlamda Türkiye, hem imtihanın bir parçası hem de çözümün aktif bir aktörü olarak öne çıkıyor.
Sonuç
Müslümanların çektiği sıkıntılar, İslam’ın kusursuzluğu ile çelişmez; aksine tarih ve günümüz olayları, imtihanın ve ümmetin kendi zaaflarının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Türkiye, bu tablo içinde hem stratejik konumu, hem tarihi mirası, hem de güncel diplomasisiyle, Müslüman coğrafyasının hem sıkıntılarını yaşayan hem de çözüm üreten merkezi bir rolünü sürdürmektedir.
Bir anlamda Müslüman toplumların izzet ve zelillik arasındaki çizgisi, Türkiye’nin rolüyle de yakından bağlantılıdır: Eğer birlik ve adalet ruhunu canlı tutarsak, sıkıntılar aşılabilir; aksi hâlde imtihanın yükü daha da ağırlaşacaktır.
Diğer yandan, bugün Müslüman toplumlar, kendi içlerine dönüp şu soruyla yüzleşmek zorundadır: “ Biz gerçekten İslam’ın müminleri gibi mi yaşıyoruz, yoksa sadece isimlerimizle mi Müslümanız?"
Tarih bize şunu öğretmiştir: Müslümanlar dine sarıldıklarında izzetli, ondan uzaklaştıklarında ise zelil olmuşlardır. Savaşların, işgallerin ve musibetlerin altında dış güçler olduğu kadar, iç zaaflarımız da vardır.
Dolayısıyla çözüm ne Batı’dan medet ummakta, ne de kendi hatalarımızı görmezden gelmektedir. Çözüm, İslam’ın adalet, birlik ve kardeşlik ruhunu yeniden hayata geçirmektir. Ancak o zaman Müslüman coğrafyasında kan ve gözyaşı dinecek, ümmet yeniden onuruna kavuşacaktır.
Bugün sorulması gereken asıl soru şudur: Biz gerçekten İslam’ın müminleri gibi mi yaşıyoruz, yoksa yalnızca Müslüman isimleriyle mi yetiniyoruz?
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP