YAZARLAR

G[A]
G[A]
18 Mart 2025 Salı, 15:20

Çanakkale: 18 Mart 1915’de Yazılmış Destan

İnsanlığın tarih sahnesinde eşine az rastlanır bir direnişin ve fedakârlığın adı olan Çanakkale Zaferi’nin 110. yılını kutluyoruz. 18 Mart 1915’te denizde başlayan mücadele, kara savaşlarıyla devam etmiş ve Türk milletinin bağımsızlık azminin en güçlü göstergelerinden biri olarak tarihe geçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri olan Çanakkale, Osmanlı İmparatorluğu, dolayısıyla tüm milletimiz için bir ölüm kalım mücadelesiydi. İngiltere’nin öncülüğünde tüm İtilaf Devletleri’nin hedefi, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını ele geçirerek İstanbul’a ulaşmak ve Osmanlı’yı savaş dışı bırakarak topraklarımızı işgal etmekti. Ancak, Türk askeri ve tüm halkımız, bu işgalci plana karşı eşi benzeri görülmemiş çok şanlı bir direniş göstermiştir.  Özellikle Havranlı Seyit Onbaşı ve Ezineli Yahya Çavuş gibi bir çok yiğitin insanüstü kahramanlıklarını da unutmamak gerekir.  Ayrıca savaşın seyrini değiştiren Nusret Mayın Gemisi’nin denize döşediği mayınlar, 18 Mart günü düşman donanmasına ağır kayıplar verdirmiş, saldırının başarısızlıkla sonuçlanmasını ve savaşın seyrini değiştirmiştir.

Bu zaferin ardından kara savaşları başlamış ve Gelibolu Yarımadası’nda insanlık tarihinin en kanlı muharebelerinden biri yaşanmıştır. Mehmetçik, açlık ve zorluklara rağmen vatanını savunmak için olağanüstü bir azimle mücadele etmiştir. Gazi Mustafa Kemal’in, bu savaşı özetleyen;  “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” sözleri, Çanakkale ruhunun en güçlü ifadesi olarak tarihe geçmiştir.

Çanakkale Zaferi sadece bir askeri başarı değil, aynı zamanda Türk Milleti’nin birlik ve beraberliğinin en büyük kanıtlarından biridir. Bu destan, bağımsızlık yolunda atılan en önemli adımlardan biri olmuş ve Milli Mücadele’ye ilham kaynağı olmuştur ve her anı kahramanlık destanlarıyla doludur. Diğer yandan, Merhum Mehmet Akif ERSOY'un Çanakkale Şiiri'nde söylediği gibi "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!" ifadesiyle izah edilebilir bir savaştır.

Bugün vatanımızın bağımsızlığı, milletimizin onuru ve bekası uğruna canlarını feda eden kahramanlarımızı hayırla anma günüdür. Çanakkale, sadece bir zaferin adı değil, aynı zamanda bir milletin direnişinin, fedakârlığının ve azminin simgesidir. 18 Mart 1915’te Çanakkale'de yazılan destan, Türk Milleti’nin asla esir düşmeyeceğini, hiçbir zorluk karşısında yılmayacağını tüm dünyaya ilan ettiği gündür. 

Çanakkale ruhunu yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak en büyük sorumluluklarımızdan biridir. Tarihimize sahip çıkmak, bu kahramanlık destanını unutmamak ve unutturmamak, millet olarak en büyük görevimizdir.

"Gemiler İstanbul Boğazı’ndan geçerken “08:00 İstanbul Boğazına girildi, “10:00 Kavaklar geçildi”, “11:00 Hisar geçildi”, “13:00 İstanbul Boğazı geçildi” gibi sürekli notlar jurnal edilir. Lakin aynı gemiler Çanakkale Boğazı’na geldiklerinde jurnal defterine bunlar yazılmaz. Çanakkale Boğazı seyri tamamlandığında jurnale “09:00 Çanakkale çıkıldı” yazılır; Ya da “15:00 Şehitler Abidesi 2 milden selamlandı” şeklinde not düşülür. Çünkü herkes bilir ki bu dünyada her yer geçilir ama; ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!" (Alıntı: Yeniçağ Gazetesi, 18.03.2025). Bizler de Çanakkale geçilmez diyenlerin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.

Bu vesileyle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, tüm gazilerimizi minnet, şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.

Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun!

"Türkiye’nin Kalbi, Ankara’nın Sesi" olan Dijital Haber Portalı https://www.gazeteankara.com.tr

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam ;
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre .
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer ;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)