YAZARLAR

01 Haziran 2025 Pazar, 18:15

Akademikser Zihniyet

Zaman zaman, çeşitli kurumların düzenlediği konferans ve seminerlere katılıyorum. Bazı konuşmalardan istifade ediyor, bazılarına ise harcadığım vakte üzülüyorum. Böyle zamanlarda kendimi, "Bir konuşma nasıl kötü olur?", "İçinde anlamlı bir önerme olmayan söz yığınları nasıl ortaya konur?" gibi sorularla teselli ediyorum.

İlginçtir ki, en az verim aldığım konuşmalar genellikle akademik unvan taşıyan kişilerce yapılanlar oluyor.
Bu nedenle, burada kullandığım "akademikser" ifadesini, akademik unvana sahip olup da bu unvanın içini dolduramayan, bilgileri gelişigüzel karıştıranlar için bilerek seçiyorum.

Elbette bu eleştiri tüm akademisyenleri kapsamaz.
Bilimsel titizlikle çalışan, insanlığa ışık tutan, bilgisiyle yön gösteren akademisyenleri tenzih ederim. Bu yazı, akademik unvanı olduğu halde bu unvanın gereğini yerine getiremeyenler hakkında.

İşte bu bağlamda gözlemlediğim bazı önemli noktalar:

1. Başlık Var, Sistematik Yok

Konuşmaların başlığı var ama başlıkla uyumlu içerik ve bütünlük genellikle yok.
Eskiler tanımı şöyle tarif eder: “Efradını cami, ağyarını mâni, mahiyetini muhtevi.
Yani; konu kendi unsurlarını içermeli, ilgisiz şeyleri dışarıda bırakmalı ve özünü taşımalıdır.

Ancak birçok konuşmada, bir eserden yapılan alıntı ortaya atılıyor ama bu parça bütünlük kurulamadan havada bırakılıyor.
Ağaçlara bakarken ormanı görememek” tam da bu durum için söylenmiş.

Bu, çoğu zaman tez hazırlarken yalnızca kaynak fihristi taramış ama içeriğe nüfuz etmemiş bir akademik kültürün sonucu.
Sonuçta ortaya, hazmedilmemiş bilgi kusmuğu çıkıyor.
Bu şekilde kişi ne bilgili olur ne kültürlü ne de bilge.

2. Nirengi Noktası Yok, Yani Duruş Yok

Bu tür konuşmalarda, konuşmacının hangi bakış açısına sahip olduğu belli değil.
Alıntılarla bir şey anlatmaya çalışılıyor, fakat kişisel bir yorum, yeni bir katkı yok.

Oysa gerçek düşünürler, tarihi kişiliklerin görüşlerini tekrar etmez, onları reddederek ya da geliştirerek kendi fikrini ortaya koyar.
Bu yüzden filozoflar arasında ciddi çelişkiler vardır.
Bu konuda “Filozof Gafları” adlı kitap ilginç örnekler sunar.

Referanslar, genellikle kendi bağlamından koparılarak sunuluyor.
Oysa güncel bakış açısıyla yeni bir kavrayış geliştirilemiyorsa, sadece geçmişe dönük referanslarla ilerlenemez.

3. Alıntıların Yaşı, Bağlamı, Niyeti Dikkate Alınmalı

Bir eserden alıntı yaparken yazarın yaşı, dönemi, niyeti ve bağlamı mutlaka göz önüne alınmalı.

Örneğin Said-i Nursî, gençken yazdığı fikirlerle yaşlılığındaki fikirleri arasında fark olduğu için “Eski Said – Yeni Said” ayrımını bizzat yapmıştır.
Necip Fazıl, gençliğinde yazdığı ahlak dışı şiirleri için, “Benim cahiliye dönemim” demiştir.
İnsan tek parça bir fikir bütünlüğüne sahip değildir.
Zaman geçer, kişi değişir.

Ama bazı akademisyenler, alıntı yaptığı yazarı zaman dışı ve mutlak doğru taşıyıcısı gibi sunuyor.
Bu, okuyucuyu ya da dinleyiciyi yanıltır.

4. Bilimin Siyasetle ve Servetle Kuşatılması

Bugün birçok üniversitenin, şüpheli servet sahipleri ya da siyasi figürler tarafından kurulduğunu görüyoruz.
Bazı üniversiteler doğrudan parti liderlerinin adını taşıyor.
Peki, böyle bir yapıda objektif bilim üretimi nasıl mümkün olabilir?

Paul Feyerabend bu duruma çok güzel dikkat çeker:

“Kaliforniya’nın vergi mükellefleri devlet üniversitelerinde voodoo büyüsü, halk tıbbı, yağmur dansı öğretilmesini istiyorlarsa, üniversiteler de bunu öğretmek zorundadır.”

Yani talep neyse, bilim o şekle girer.
Bu da bilimin kurumsal bağımsızlığı için ciddi bir tehdittir.

5. Geçmiş Bilgi Varsa Vizyon Nerede?

Geçmişte söylenen sözler ya da yazılan kitaplar, bugüne ve yarına ışık tutmuyorsa,
konuşmacı bu bağlamı kuramıyorsa, ortaya yalnızca söz yığını kalır.

Bu tür konuşmalar zihinleri aydınlatmaz; çünkü hayatta bir karşılığı yoktur.
Ve zihnimiz, hayatta karşılığı olmayan bilgileri kolayca siler, unutulmaya bırakır.

Bu tespitlerim özellikle sosyal bilimler alanında yapılan konuşmalar için geçerlidir.

Ne yazık ki, bazı akademik konuşmalar Antik Yunan’daki sofistlerin anlamsız nutuklarına benziyor.

Hatırlayalım: Protagoras, halka felsefe öğretmek için okul açar.
Burada yetişen sofistler, köy köy dolaşarak halka felsefeyi anlatmaya çalışır.
Ancak halk, gerçeklikten uzak, dolambaçlı konuşmalar nedeniyle bu anlatılara “sofista” adını takar.
Zamanla bu kelime, “safsata” halini alır.

Zihnimiz bugün yalnızca dizi, futbol ya da magazinle değil; sanat, edebiyat ve felsefe adı altında sunulan yüzeysel içeriklerle de uyuşturulabiliyor.

Etikete değil, içeriğe odaklanmak zorundayız.
Çünkü akademik unvan, tek başına düşünsel derinlik göstergesi değildir.

Not: “Akademikser” ifadesi, akademik unvan taşıdığı hâlde derinlikten uzak, bilgiyi sadece yüzeysel biçimde karıştıran ve bütünlük kuramayan kişilere yönelik eleştirel bir tanım olarak kullanılmıştır.

Durdu GÜNEŞ
Gazete Ankara DHP | Köşe Yazarı
dgunes@gazeteankara.com.tr
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)