Son günlerde Türkiye’de yaşanan gıda güvenliği vakaları hepimizi aynı soruya götürüyor: Bu kadar gastronomi bölümü, bu kadar aşçılık eğitimi, bu kadar gıda mühendisliği programı varken nasıl oluyor da aynı vakaları tekrar tekrar yaşıyoruz, aynı hatalara tekrar tekrar düşüyoruz?
Bazı anlar vardır; bir tat ile ses duyduğumuzu fark ederiz. Bazen bir limonun dili yakan keskinliği zihnimizin içinde tiz bir nota gibi çınlar. Bazen de bitter çikolatanın koyu gövdesi, bir viyolonselin derin tınısıyla aynı frekansta buluşur. Farkında değiliz ama her lokmayı yerken aslında bir senfoni dinliyoruz. Ve o senfoni tabağın üzerinde değil beynimizin içinde çalıyor.
Bir zamanlar birkaç kuruluşun sözü gastronominin yönünü belirlerdi. Nerede yemek yenileceğini, hangi şefin konuşulacağını, kimin parlayacağını onlar söylerdi. Şimdi ise dünya çok daha büyük bir mutfak, kocaman bir gastronomi arenası! Artık trendleri ne bir jüri ne de bir yıldız belirliyor; trendi belirleyen herkesin elinde tuttuğu telefon, herkesin paylaştığı bir fotoğraf, herkesin deneyimlediği bir an kısacası teknoloji!
Bir lokma ağzımıza girdiğinde çoğumuz bunun kendi özgür seçimimizin sonucu olduğuna inanırız. Oysa bu “özgürlük hissi” çoğu zaman bir yanılsamadır. Çünkü ne yiyeceğimiz, nasıl yiyeceğimiz, hatta neyi lezzetli bulacağımız bile bizim dışımızda şekillenir. Gelin biraz daha açalım bu konuyu!
“Bazı tatlar vardır; tadı damağınızda kalmaz! zihninizde kalır.” Bir lokmanın insanda uyandırdığı şey lezzetin yanı sıra; bir anı, bir yer, bir ses ve bazen de bir yüzdür. Tıpkı çocukluğun bir sabahında anne elinden uzanan ekmeğin kokusunun hala burnumuzda tütmesi gibi.. İşte bu lezzet hafızasıdır – duyularla kodlanmış bir geçmiş, nörogastronomik bir yolculuk.
“Bir sofranın etrafında toplandığımızda bağ kurar, konuşur, hatta birlikte susardık.” Şimdi düşünün: Bu bağları artık fiziksel bir masa yerine sanal bir evrende kuruyoruz. Karşınızda Avustralya’dan bir dost, yanınızda Kanada’dan bir meslektaş, karşıladığınız tabak ise hiçbir mutfakta pişmeyen ama dijital ekranda göz kamaştıran bir tasarım… İşte gastronominin yeni yüzü: Metaverse sofrası.
Bugün gastronomi alanında neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair konuşanların sayısı, gastronomi alanına gerçekten teriyle katkı sunanlardan daha fazla. Sosyal medyada bir tabak yemekle poz verenler de bir PDF okuduktan sonra kendini “gastronomi uzmanı” ilan edenler de aynı özgüvenle konuşuyor: “Şunu asla yemeyin!”, “Artık böyle pişirmek demode oldu!”, “Bu sunum çağ dışı!” Oysa bu söylemler gastronominin tarihsel ve kültürel birikimini, emeğini ve araştırmaya dayalı bilgi üretimini görmezden geliyor. Popüler kültürün hızlı tüketilen yargıları çoğu zaman akademik çalışmaların ve gerçek gastronomi deneyiminin önüne geçiyor. Geriye ise yönünü şaşırmış bir meslek disiplini, değersizleştirilen emek ve kafası karışmış genç şef adayları kalıyor.
“Bir sofraya oturduğunuzda aslında sadece yemek yemiyorsunuz; toprağın, suyun, rüzgarın ve tarihin izlerini de tadıyorsunuz.” İşte gastronomi ile coğrafya arasındaki büyülü ilişkiyi en iyi anlatan gerçek burada karşımıza çıkıyor.
"Yurt dışında pişen her yemeğimiz, memleketin sesi olur."Geçtiğimiz günlerde bir gastronomi girişimcisi dostumun daveti ile Almanya’nın Hannover, Hamburg gibi büyük şehirlerine ek olarak Schleswig ve Flensburg gibi şirin şehirlerine 5 günlük bir seyahat gerçekleştirdim. Kısa ama dopdolu bu seyahat, Türk mutfağının sınır ötesindeki direncine ve dönüşümüne tanıklık etmemi sağladı. Gördüğüm manzara gurbetin sofrası olmasının ötesinde Türkiye’nin gastronomik mirasının Avrupa'daki güçlü yankısıydı.
“Yalnız yenilen yemeğin tuzu eksik olur.” Kentler büyüyor ama masalar küçülüyor. Gökdelenlerin gölgesinde yükselen modern! hayat, kalabalık sofraları sessiz yalnızlıklara terk ediyor. Günümüz şehirlerinde yemek artık birlikte geçirilen bir zaman diliminden çok günün koşturmacasında geçiştirilen bireysel bir ihtiyaç haline geliyor. Hazır yemek paketlerinin hızlı teslimat süreleriyle övüldüğü bir dünyada birlikte pişirmenin, paylaşmanın ve sohbetin yerini dijital ekranlar alıyor.
“Günün manşetleri ve en çok okunan haberlerinden ilk siz haberdar olmak istiyorsanız e-posta adresinizi Gazete ANKARA e-bültenine kayıt edebilirsiniz!”
Nasuh Akar Mah. Türk Ocağı Cad. No:28/3, 06520 Çankaya/ ANKARA
+90 (312) 285 63 33
+90 (312) 285 63 33
www.gazeteankara.com.tr
bilgi@gazeteankara.com.tr
Haber Sisteminin Android/ iPhone/ iPad Uygulamaları mobil cihazlar üzerinden anlık olarak takip edilebilmesi amacıyla tasarlanmıştır.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK kapsamında toplanıp işlenir. Detaylı bilgi almak için Aydınlatma Metnimizi inceleyebilirsiniz.