Yolsuzluk: Toplumsal Bünyeyi Kemiren Bir Kanser
İnsanlık tarihi boyunca toplumların karşı karşıya kaldığı en sinsi ve yıkıcı sorunlardan biri hiç şüphesiz yolsuzluk olmuştur. Bir ur gibi toplumsal bünyeye yayılan bu illet, yalnızca ekonomik dengeleri sarsmakla kalmaz, aynı zamanda adalet duygusunu zedeler, etik değerleri aşındırır ve nihayetinde toplumsal dokuyu temelinden çürütür. 1980’li ve 1990’lı yılların Türkiye’sinde yoğun bir şekilde tartışılan bu karanlık olgu, günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk iddiaları dolayısıyla yapılan soruşturmalarla ve yenidoğan çetesi soruşturmasıyla yeniden ülke gündeminde yer aldı. Geçmişte yaşanan acı tecrübelerden ders çıkarmak ve bu küresel tehditle etkin bir şekilde mücadele etmek, sağlıklı bir toplum inşa etmenin vazgeçilmez bir koşuludur.
1980’li yıllar, Türkiye’de hayali ihracat kaynaklı yolsuzlukların damgasını vurduğu bir dönemdi. Devletin ihracatı teşvik etmek amacıyla sunduğu destekleri kötüye kullanan organize yapılar, gerçekte olmayan mal ve hizmetlerin ihracatını gerçekleştirmiş gibi göstererek büyük miktarda kamu kaynağını zimmetlerine geçirmişlerdir. Bu durum, hem devletin ekonomik olarak zarara uğramasına hem de dürüst ihracatçıların rekabet gücünün azalmasına neden olmuştur. Hayali ihracat vakaları, o dönemin gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını uzun süre meşgul etmiş, kamuoyunda derin bir güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bu tür yolsuzluklar, yalnızca ekonomik bir suç olmanın ötesinde, devletin kurumlarına olan inancı sarsan ve toplumsal adalete gölge düşüren bir ihanet olarak algılanmıştır.
1990’lı yıllara gelindiğinde ise yolsuzluğun farklı boyutları ve yeni yöntemleri ortaya çıkmıştır. Mavi Akım projesi ve Türk Ticaret Bankası gibi büyük ölçekli kamu projeleri ve finans kuruluşları etrafında dönen yolsuzluk iddiaları, bu döneme damgasını vurmuştur. Özellikle özelleştirme uygulamalarının yaygınlaştığı bu yıllarda, kamuya ait değerli varlıkların el değiştirmesi sürecinde şeffaflık ilkelerinin yeterince gözetilmemesi, kamuoyunda ciddi şüphelere yol açmıştır. İhalelerde usulsüzlükler, değerinin altında satışlar ve bazı kişi ve gruplara sağlanan haksız avantajlar, özelleştirme kaynaklı yolsuzluk iddialarının temelini oluşturmuştur. Bu iddiaların yeterince soruşturulmaması ve sorumluların hesap vermemesi, yolsuzluk kültürünün derinleşmesine ve yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Örneğin, bazı kamu arazilerinin ve tesislerinin, siyasi bağlantıları olan kişi veya şirketlere piyasa değerinin çok altında devredildiği yönündeki haberler, o dönemin hafızasında tazeliğini korumaktadır. Bu tür uygulamalar, kamu vicdanını derinden yaralamış ve devlete olan güveni sarsmıştır.
Yolsuzluk, en basit tanımıyla, kamusal görev ve yetkilerin kişisel çıkar sağlamak amacıyla kötüye kullanılmasıdır. Bu tanım, yolsuzluğun yalnızca mali bir suç olmadığını, aynı zamanda etik bir sapma ve toplumsal bir ihanet olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır. İnsan onuruna yakışmayan bu tür eylemler, başkalarının haklarını gasp etmekte ve adaleti zedelemektedir. Dolayısıyla yolsuzluk, temel insan haklarına da aykırıdır. Çünkü adil bir yönetim ve eşit fırsatlar ilkesinin ihlali anlamına gelir.
Yolsuzluğun farklı tezahürleri bulunmaktadır. Rüşvet, irtikap, ihaleye fesat karıştırma, zimmet ve rant kollama gibi doğrudan mali çıkar sağlamaya yönelik eylemlerin yanı sıra, nepotizm (akraba kayırmacılığı) ve kronizm (eş dost kayırmacılığı) gibi etik dışı uygulamalar da yolsuzluğun dolaylı biçimleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nepotizm ve kronizm, liyakat ilkesini hiçe sayarak, yetenekli ve dürüst insanların haklarının gasp edilmesine ve kamu hizmetlerinin kalitesinin düşmesine neden olur. Ayrıca, etik dışı diğer uygulamalar da kamu kaynaklarının verimsiz kullanılmasına ve toplumsal adaletin zedelenmesine yol açabilir. Örneğin, bir kamu görevlisinin kendi şirketine avantaj sağlayacak kararlar alması veya yetkisini kullanarak yakınlarına haksız kazanç sağlaması, yolsuzluğun farklı boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Yolsuzluğun devlet politikaları, kamu hizmetleri ve ekonomik kaynaklar üzerindeki olumsuz etkileri yadsınamaz bir gerçektir. Yolsuzluk, ekonomik verimliliği düşürür. Kamu kaynaklarının yanlış yönetimi ve kötüye kullanımı, altyapı projelerinin kalitesiz olmasına, yatırım ortamının bozulmasına ve genel ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olur. Şirketler, yolsuzlukla başa çıkmak için rüşvet gibi yollara başvurmak zorunda kalabilirler ki bu da iş yapma maliyetlerini artırır ve rekabet eşitsizliğine yol açar. Yabancı yatırımcılar için yolsuzluğun yaygın olduğu bir ülke, güvenilirlik açısından sorun teşkil eder ve bu da doğrudan yabancı yatırımların azalmasına neden olabilir.
Yolsuzluk, kamu yönetimini, etik değerleri ve adaleti zayıflatır. Siyaseti yozlaştırır, ekonomik gelişmeyi ve toplumsal refahı olumsuz yönde etkiler. Hukukun üstünlüğü anlayışının yerleşmesini engeller ve temel insan haklarını tehdit eder. Dahası, yolsuzluğun terör suçları, ekonomik ve ticari suçlarla da yakından ilişkili olduğu bilinmektedir. Kirli paranın aklanması, yasa dışı ticaretin finanse edilmesi gibi birçok suçun temelinde yolsuzluk yatmaktadır. Bu nedenle yolsuzluk, bir kanser gibi toplumsal sisteme her yönden zarar veren bir olgudur. Artık mahalli bir sorun olmaktan çıkmış, küresel bir sorun olarak kabul edilmektedir. Sınırları aşan yolsuzluk ağları, uluslararası iş birliğini zorunlu kılmaktadır.
Şükür ki, yolsuzluğa hiçbir din ve hiçbir medeniyet hoşgörüyle bakmamaktadır. Aksine, mücadele edilmesi gereken bir lanet olarak görülmektedir. Tüm ahlaki öğretiler ve hukuki sistemler, dürüstlüğü, adaleti ve şeffaflığı temel değerler olarak benimsemiştir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde yolsuzlukla mücadele konusunda önemli adımlar atılmıştır. Bu kapsamda yeni yasal düzenlemeler yapılmış ve yeni kurumlar oluşturulmuştur. Örneğin, Bilgi Edinme Kanunu, kamu yönetiminin şeffaflığını artırarak yolsuzluğun önlenmesine katkı sağlamayı amaçlamaktadır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ise kamu kaynaklarının daha etkin ve hesap verebilir bir şekilde kullanılmasını hedeflemektedir. Kamu Yönetiminin Şeffaflaştırılmasına yönelik çeşitli çalışmalar da yolsuzlukla mücadele stratejisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak, yasal düzenlemelerin ve kurumsal yapıların etkin bir şekilde uygulanması ve denetlenmesi hayati önem taşımaktadır.
Gelişmiş ülkeler genellikle yolsuzluğun geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere özgü bir sorun olduğunu düşünme yanılgısına düşerler. Ancak, bu ülkelerde rüşvet verenlerin ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarına el koymak için organize olan hukuksuz düzenlerin de kendileri olduğunu unutmamak gerekir. Küresel yolsuzluk ağlarının bir parçası olan bu aktörler, dolaylı yollardan yolsuzluğun yayılmasına katkıda bulunmaktadırlar. Bu nedenle, yolsuzlukla mücadele küresel bir sorumluluktur ve tüm ülkelerin iş birliğini gerektirmektedir.
Sonuç olarak, yolsuzluk, tüm ülkelerin ortaklaşa mücadele etmesi gereken bir lanettir. Ekonomik kalkınmanın önünde ciddi bir engel teşkil eden, toplumsal adaleti zedeleyen, etik değerleri aşındıran ve devletin meşruiyetini sarsan bu tehlikeyle kararlılıkla mücadele etmek, gelecek nesillere daha adil, şeffaf ve müreffeh bir dünya bırakmanın yegâne yoludur. Unutmamalıyız ki, yolsuzluğa karşı sessiz kalmak, ona ortak olmak anlamına gelir. Bu nedenle, her bireyin ve kurumun bu mücadelede aktif rol alması, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerinin tavizsiz bir şekilde uygulanması, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve etik değerlere sahip bir toplumun inşası için elzemdir.
Ömer Yürekli
Gazete Ankara DHP Köşe Yazarı
oyurekli@gazeteankara.com.tr
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
YORUM YAP