Müslümanlar Altın Çağına Tekrar Dönebilir Mi?
Vakti zamanında, bir İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi hocamızla sohbet ederken, çoğu İslam ülkesini gezdiğini ve namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetler konusunda herhangi bir eksiklik görmediğini ancak çalışma, okuma, bilim ve teknolojiye katkı sağlama noktasında ciddi bir eksiklik olduğunu ifade etmişti. Halbuki Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti “oku” (ikra) olduğuna göre, bu durum anlaşılması güç bir çelişki olarak karşımıza çıkıyor.
Cenab-ı Allah’ın “oku” emrinin hakkıyla yerine getirildiği dönemlerde, Müslümanlar altın çağlarını yaşamışlardı. Tarihçilerin genellikle 8. ile 12. yüzyıllar arasına yerleştirdiği bu dönem, İslam medeniyetinin bilim, sanat, felsefe ve ticarette büyük atılımlar yaptığı bir zaman dilimidir. Bu çağın temel özelliklerini şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
Bilim ve Teknolojide İslam'ın Altın Mirası
Abbasilerin Bağdat'ta kurduğu Beytü'l Hikme, antik dünyanın bilgelik hazinesini İslam medeniyetine taşıyan bir köprü oldu. Burada Yunan felsefesi, Hint matematiği ve Pers tıbbı Arapçaya kazandırılarak, insanlık tarihinin en büyük entelektüel sentezlerinden biri gerçekleştirildi.
Matematik dünyası, Harezmi'nin cebir disiplinini kurarken attığı temellerle sonsuza dek değişti. Sıfır kavramını sistematize eden bu deha, arkasından gelen El-Kindi ve Ömer Hayyam gibi bilginlerle birlikte sayıların şiirini yazdı. Astronomi alanında ise Biruni'nin dünyanın çapını hesaplayan keskin zekasıyla Uluğ Bey'in yıldızlara uzanan rasathanesi, gökyüzünü Müslüman bilginlerin laboratuvarı haline getirdi.
Tıp alanında İbn Sina'nın "El-Kanun fi't-Tıb"ı, modern tıbbın doğuşuna ışık tutarken, Zahrawi'nin cerrahi aletleri bugünkü ameliyat tekniklerinin ilk adımlarını oluşturdu. Bu eserler sadece Doğu'da değil, Batı'nın karanlık çağlarını aydınlatan birer meşale oldu.
Felsefe ve Düşüncenin Özgürleşmesi
Farabi'nin "Erdemli Şehir" ideali, İbn Rüşd'ün akıl-vahiy uyumu arayışı ve Gazali'nin kalp-akıl dengesine dair derin tahlilleri, İslam düşünce geleneğini besledi. Antik Yunan'ın Aristoteles, Platon ve Hipokrat gibi devlerinin eserleri Arapçaya kazandırılırken, bu bilgi birikimi Endülüs üzerinden Avrupa'ya ulaşarak Rönesans'ın temellerini attı.
Ekonomik ve Ticari Devrim
İpek ve Baharat Yolları'nın Müslüman tüccarların kontrolüne geçmesiyle, üç kıta arasında sadece mallar değil fikirler de dolaşmaya başladı. "Sakk" adı verilen çek sistemi, modern bankacılığın ilk nüvelerini oluştururken, Bağdat'tan Kurtuba'ya uzanan şehirler bilim ve ticaretin parlayan yıldızları haline geldi.
Sanat ve Mimarinin Zirvesi
İslam sanatı, geometrik desenlerin sonsuz tekrarında ilahi düzeni, hat sanatında ise kelamın kutsallığını yansıttı. Selçuklu'nun muhteşem kervansarayları, Endülüs'ün Elhamra Sarayı ve Kurtuba Camii, taşa işlenen medeniyet manifestoları oldu.
Çoğulcu Toplum Modeli
Medreseler ve kütüphaneler bilgiyi seçkinlerin tekelinden çıkarıp halka indirirken, Müslüman, Yahudi ve Hristiyan bilginlerin Endülüs'teki iş birliği, Ortaçağ'ın en parlak kültürel mozaiğini oluşturdu. Bu hoşgörülü ortam, Avrupa'nın aydınlanmasına zemin hazırlayan en önemli etkenlerden biri oldu
Peki Müslümanlar Yeniden Bir Altın Çağ Yaşayabilir mi?
Bu soru hem tarihsel hem de sosyolojik birçok boyutu içinde barındırıyor. Cevap ise kısa vadeli çözümlerden ziyade, uzun soluklu bir zihniyet dönüşümünü gerektiriyor. Ancak evet, mümkündür.
Altın çağlar, bilgiyi merkeze alan toplumların eseridir. 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren İslam medeniyetinin yükselişi de böyle bir dönemdi. Bugün Müslüman toplumların ezbere dayalı eğitim yerine; eleştirel düşünen, araştıran ve sorgulayan bir anlayışı benimsemesi gerekiyor. İlim ile din, akıl ile iman yeniden barışmalıdır.
İslam’ın en temel ilkelerinden biri adalettir. Müslüman ülkelerde hukukun üstünlüğü sağlanmadıkça, liyakate dayalı kurumlar inşa edilmedikçe ne iç istikrar sağlanabilir ne de dışarıya örnek olunabilir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kızım Fatıma dahi olsa…” diye başlayan adalet vurgusu, yeniden merkeze alınmalıdır.
Emperyalizm, parçalanmışlığı besler. İslam dünyasındaki mezhep çatışmaları, etnik ayrılıklar ve çıkar kavgaları, Müslüman devletleri birbirine düşürdü. Hatta bazıları, dış güçlerle iş birliği yaparak kardeşlerine karşı savaşır hale geldi. Oysa Kur’an açıkça, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın” (Âl-i İmran, 103) buyurur. Birlik bilinci, yeniden diriltilmelidir.
Altın çağlar, sadece manevi değerlerle değil, maddi ilerlemeyle de mümkündür. Bugün Müslüman toplumlar, bilgi ve teknoloji üretiminde söz sahibi olmadıkça sadece tüketici konumunda kalacaktır. Bu da bağımsızlığı zedeler. Katma değerli üretim, yerli sanayi ve bilimsel atılımlar öncelikli hedef olmalıdır.
Müslümanların yeniden örnek bir medeniyet inşa etmesi için sadece sistemlerin değil, bireylerin de dönüşmesi gerekir. Hak, hukuk, emanet, sadakat ve tevazu gibi değerler, toplumun her katmanında yeniden canlandırılmalıdır. Altın çağlar, sadece zekâyla değil, ahlakla da inşa edilir.
Sonuç
İslam dünyasının altın çağı, bilim, felsefe, ticaret ve sanatın zirveye ulaştığı, özgür düşüncenin teşvik edildiği bir dönemdi. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti olan “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 1) ayetinin gereği, bu çağda hakkıyla yerine getirilmişti. Ancak zamanla bu emir unutuldu; siyasi çekişmeler, iç savaşlar ve dış müdahaleler, ilerlemenin önünü tıkadı.
Fakat bu çağın tekrar yaşanması mümkündür. Bunun için “oku” emri yeniden hayata geçirilmeli, altın çağ bir nostalji değil, bir hedef olarak görülmelidir. Bugün İslam dünyasının içinde bulunduğu kırılganlık, çaresizlik ve bağımlılıklar; doğru teşhis, samimi niyet ve kararlı adımlarla aşılabilir. Yeter ki bilgiye, liyakata, adalete ve birliğe gereken değer verilsin.
Ömer YÜREKLİ I Gazete Ankara DHP Köşe Yazarı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
YORUM YAP