Menkıbeler Sorun Çözer mi?
Günlük hayatımızda, dost sohbetlerinde, cami vaazlarında sık sık menkıbeler anlatılır. Bu, sözlü kültürün bizdeki güçlü etkisinin bir yansımasıdır. Evet, menkıbeler bazen bir konuyu örneklemek ya da bir değeri anlatmak için işe yarayabilir. Ancak bu hikâyelere yaklaşımda dikkatli olunmalıdır. Çünkü aklın ve bilimin sunduğu gerçeklerin karşısında, geçmişte yaşanmış ya da uydurulmuş, hayatın olağan akışına uymayan anlatılara dayanarak çözüm aramak, bizi edilgenleştirir ve sorunları çözmek yerine onlardan kaçmamıza neden olur.
Bir zamanlar ben de her soruna uygun bir menkıbe anlatmayı alışkanlık haline getirmiştim. Ancak zamanla bu tür hikâyeleri kendim yazmaya başlayınca, büyük çoğunluğunun sonradan üretilmiş, gerçekliği sorgulanabilir metinler olduğunu fark ettim. Artık menkıbelerin yalnızca ahlaki konularda, sınırlı bir bağlamda kullanıldığında faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Arapça kökenli “menkıbe” sözcüğü, TDK’ya göre “din büyüklerinin veya tarihi şahsiyetlerin olağanüstü yaşamlarıyla ilgili hikâye” anlamına gelir. Çoğulu “menakıb”tır. Ancak menkıbeleri hayatın merkezine koymak ve onları sorun çözme aracı olarak kullanmak, birçok açıdan sakıncalıdır. Şöyle ki:
1. Menkıbeler, gerçekliğin değil rivayetin ürünüdür.
Genellikle geçmişte yaşandığı iddia edilen olağanüstü olaylara dayanır. Rivayetlerle nesilden nesile aktarılır. Bilimsel, tarihsel veya belgesel bir değer taşımazlar. İçeriklerinde ispatlanması mümkün olmayan rüyalar, sezgiler, sübjektif yaşantılar bulunur. Sofistik düşüncenin ürünü olan bu anlatılar, felsefi ve akılcı düşünceden uzaklaşmamıza neden olur. Hayatın somut gerçeklerine çözüm ararken bu tür hikâyelere başvurmak bizi yanıltır.
2. Zaman değişti; insanlar, koşullar ve bilgi düzeyimiz de değişti.
Geçmişin özel şartlarında oluşmuş bir olaydan bugünün problemleri için yol haritası çıkarmaya çalışmak akıl dışıdır. “Dünkü güneşle bugünkü çamaşırı kurutamayız.” Heraklit’in dediği gibi, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” Öğrencisi bunu bir adım ileri taşır: “Aslında bir kez bile yıkanılmaz.” Çünkü zamanla her şey değişir. Menkıbeleri bugünün gerçeklerine uygulamaya çalışmak, aklı geçmişe teslim etmektir. Oysa aklımızla menkıbeleri tartmalı, aklı menkıbelere teslim etmemeliyiz.
3. Menkıbeler duygularımıza hitap eder, aklımıza değil.
Bu nedenle halk arasında karşılık bulur. Masalsı anlatımlarıyla bizi rahatlatır, uyutur. Düşünmeye, çaba göstermeye gerek bırakmaz. Oysa gerçek çözümler, ancak düşünmekle, araştırmakla ve çaba sarf etmekle bulunur.
4. Menkıbeler kolaycılığa sığınmaktır.
Birçok insan sorunla yüzleşmek yerine, teselli sunan bir hikâyeye sarılır. Beyni çalıştırmak zahmetli gelir. Oysa menkıbelerdeki mucizevi gelişmeler, sahte bir umut verir. Tıpkı tesadüflerle zengin olan karakterlerin anlatıldığı bazı filmler gibi. Kemal Sunal’ın filmleri halk tarafından çok izlenirdi çünkü kader, tesadüf, şans gibi unsurlarla kolayca başarıya ulaşma hayali sunarlardı. Oysa bu anlatılar, emeğin, aklın, çabanın değerini örter.
5. Tarikat ve cemaatler için menkıbeler güçlü bir araçtır.
İspata ihtiyaç duymayan, çoğu kez rüyalara, sezgilere dayanan bu hikâyeler, sorgulamayan zihinler için büyük bir propaganda malzemesidir. Hem dini yozlaştırır hem de sömürünün önünü açar. Gerçekliği olmayan bu anlatılar, zamanla mutlak doğru gibi sunulur ve bireyin aklını teslim alır.
Sonuç olarak:
Menkıbe kültürü, dikkatle ele alınması gereken bir mirastır. Dinin temel kaynaklarıyla çelişmeyen, sadece ahlaki konularda örneklendirme amacıyla kullanılan menkıbeler yararlı olabilir. Ancak onları hayatın her alanına yaymak ve sorunlarımızın çözümünde rehber edinmek bizi akıldan, bilimden ve gerçeklikten uzaklaştırır. Uyanık olmalı, menkıbeleri eleştirel süzgeçten geçirmeli, çözümü masal tadındaki anlatılarda değil, bilgi, emek ve sağduyuda aramalıyız.
Durdu GÜNEŞ – Gazete Ankara Dijital Haber Portalı Köşe Yazarı
YORUM YAP