YAZARLAR

08 Haziran 2025 Pazar, 08:00

Üretken Yapay Zekâ: Türkiye’nin Yeni Yeraltı Zenginliği

Değerli Gazete Ankara okurları,
07.06.2025 tarihinde özel bir televizyon kanalında yayınlanan ve yapay zekânın eğitimden ekonomiye kadar birçok alandaki etkisinin tartışıldığı bir programı izlerken zihnimde bazı düşünceler şekillendi. Konukların sözleri arasında dolaşırken, bir cümle özellikle içime işledi: "Yapay zekâ trenine binemeyenler, geleceği perondan izleyecekler." İşte bu yazı, o programın tetiklediği düşüncelerin bir yansımasıdır.

Bugün, dünyanın dört bir yanında sessiz ama köklü bir dönüşüm yaşanıyor. Üretken yapay zekâ, sadece bir yazılım ya da algoritma dizisi değil; öğrenme, düşünme ve üretme biçimlerimizi kökten değiştiren bir teknolojik sıçramadır. Bu yeni dönem, özellikle gelişmekte olan ülkeler için büyük fırsatlar sunarken, aynı zamanda ciddi riskler de barındırıyor. Türkiye olarak bu fırsatı göz ardı edersek, yalnızca teknolojik gelişmeleri değil, geleceğimizi de kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.

Ülke olarak Sanayi Devrimi’nde geç kaldık, dijitalleşme sürecine hazırlıksız yakalandık. Ancak üretken yapay zekâ konusunda hâlâ öne geçme şansımız var. Bunun yolu, bu teknolojiyi yalnızca birkaç mühendislik fakültesinin konusu olmaktan çıkarıp, eğitim sistemimizin en temel katmanlarına entegre etmekten, yaygınlaştırmaktan geçiyor. Artık sadece kodlama dersi vermek yetmez. İlkokul sıralarından itibaren çocuklarımızın yapay zekâyla tanışması, onu bir üretim aracı olarak görmesi gerekiyor. Yani, tüketici değil, üretici nesiller yetiştirmeliyiz.

Edirne’den Kars’a kadar tüm çocuklarımızı bu dijital çağın aktif birer öznesi hâline getirmeliyiz. Bu durum sadece eğitimde fırsat eşitliği açısından değil; Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve teknolojik bağımsızlığı açısından da stratejik bir meseledir. Üretken yapay zekâ, yalnızca veriyle çalışan bir sistem değil; aynı zamanda eğitilebilen ve üretim sürecine katkı sunabilen bir "zekâ formu"dur. Bu nedenle, yapay zekâyı bir yeraltı zenginliği gibi düşünmek oldukça yerindedir.
Nasıl ki madenler çıkarılmadan ülkeye katkı sunmazsa, yapay zekâ da doğru eğitilmeden, etik ve hukuki çerçeveye oturtulmadan bir kalkınma aracı olamaz.

Avrupa Birliği bu alanda önemli adımlar atmış durumda. Yapay Zekâ Yasası ile risk seviyelerine göre düzenlemeler getirilmiş, etik ve güvenlik ilkeleri belirlenmiştir. Türkiye’de ise henüz bu konuda kapsamlı ve bağlayıcı bir yasal çerçeve bulunmamaktadır. Oysa bizde de yapay zekâ, eğitimden sağlığa, güvenlikten kamu hizmetlerine kadar pek çok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak mevzuat oluşturulmadan ve etik ilkeler netleştirilmeden bu sürecin sağlıklı işlemesi mümkün değildir. Ayrıca bu durum, bireysel hak ve özgürlükler açısından da ciddi riskler barındırmaktadır.

Yapay zekâ yalnızca verimliliği artıran bir araç değil; aynı zamanda bireyleri, kurumları ve toplumları dönüştüren bir güçtür. Eğitim sistemimizin bu gücü doğru kavrayarak, yapay zekâyı sadece teknolojik bir gereç değil, çocuklarımızın yeni dili olarak görmesi gerekiyor. Tıpkı okuma yazma gibi, yapay zekâyla üretmek de temel bir beceri hâline gelmek zorundadır.
Geleceğin üreticileri, yalnızca makineleri kullananlar değil; onlara yön veren, onları eğiten ve anlamlandıran bireyler olacaktır.

Türkiye bu büyük değişimi yakalayabilir. Yeter ki zamanında ve kararlı adımlar atalım. Eğitim sistemimizi, hukuk yapımızı ve etik yaklaşımlarımızı bu dönüşüme uygun biçimde yeniden tasarlayalım. Çünkü yapay zekâ, bize ne verirsek misliyle onu geri verir. Eğer ona sadece verilerimizi değil, değerlerimizi, hayallerimizi ve potansiyelimizi de sunarsak, bize gerçek bir kalkınma aracı olarak geri dönecektir.

Sonuç

Eğitimde yapay zekâyı bir araç olarak değil, yeni bir dil olarak görmeliyiz. Nasıl ki her çocuk okuma yazma öğreniyorsa, bundan böyle her çocuk üretken yapay zekâyı da öğrenmek zorundadır. Bu bir lüks değil, çağın gereğidir.

Türkiye, bu yeni yeraltı zenginliğini çıkaracak bilgisayar mühendislerine, bilgi madencilerine, veri mühendislerine ve yaratıcı öğretmenlere yatırım yapmalıdır. Eğer bu adımları bugünden atmazsak, gelecekte sadece tüketen bir toplum değil, yönlendirilen bir toplum hâline geliriz.

Gelin, geleceği beklemeyelim; onu birlikte inşa edelim. Çünkü artık gelecek, oturup gelmesi beklenilecek bir şey değildir. Başlamış bir süreçtir ve Türkiye'nin bu sürece yön veren ülkeler arasında yer alması, artık bir temenni değil, bir zorunluluktur.

Türkiye’nin de artık üretme zamanı gelmiştir. Gelecek şimdi başlıyor.

Saygılarımla,
Prof. Dr. O. Ayhan ERDEM
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara DHP Köşe Yazarı

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)