Makam Sahibi Olmak mı, Makamı Hak Etmek mi?
Makam; büyük ve önemli görev yeri anlamına gelir. Çoğu insan için arzu edilen bir mevkidir. Makam odası, makam sekreteri, makam arabası, makam şoförü gibi unsurlar; dışarıdan bakıldığında ihtişamlı ve nefse hoş gelen birer statü sembolüdür. Ancak bu görüntünün ardında, insanın zaaflarını açığa çıkaran, karakterini ve değerlerini sınayan bir imtihan yatar.
Makamlar, ehil ellere verilmediğinde kişisel zaaflar toplumsal zarar doğurur. Bu nedenle, makamların bilgili, tecrübeli ve erdemli kişilerce doldurulması zaruridir. Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 58. ayette, “Şüphesiz ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder,” buyrularak, işin ehline verilmesi Müslümanlara farz kılınmıştır.
Peygamber Efendimiz de bu ilkeyi şu sözüyle açıkça ifade eder:
“İş ehil olmayana verildiğinde, kıyameti bekle.” (Buhari)
Mevlânâ ise şöyle der:
“Bilgisizlerin oturduğu makamların verdiği zararı, yüzlerce aslan bir araya gelse veremez.”
Bu söz, yetkin olmayan kişilerin makamlarda bulunmasının toplumlara ne büyük zararlar verebileceğini vurgular.
Yönetimde başarı asla tesadüfi değildir. Bunun en güzel örneklerinden biri Büyük İskender’in şu kıssasında saklıdır:
Büyük İskender, bir vezirini küçük bir hatasından ötürü görevden alıp, uzak bir bölgeye bilgi ve birikimiyle ilgisiz bir işe tayin eder. Yıllar sonra o bölgeye gittiğinde, eski vezirine takılarak sorar:
“İşini nasıl buluyorsun?”
Vezir cevap verir:
“Kralımın ömrü uzun olsun. Siz bana bu görevi uygun gördünüz. Düşünüyorum ki kişiler makamlarıyla büyük ve şerefli olmazlar; bilakis makamlar, onu taşıyan kişilerle büyük ve şerefli hale gelir. Ben de bulunduğum görevi şerefli kılmak için insaf ve adaleti elden bırakmıyorum.”
Bu cevap karşısında İskender şöyle der:
“Yüksek makamlar ancak fazilet ve marifetle elde edilebilir. Faziletin ve marifetin kapısını ise kendisiyle barışık insanlar açar. Senin bu iç huzuruna ülkemin ihtiyacı var. Lütfen mührümü kabul et!”
Atalarımız da bu gerçeği şu veciz ifadeyle dile getirmiştir:
“Şerefü’l mekân bi’l mekin” – Bir makamın şerefi, o makamda oturan kişiden gelir.
Gerçekten de bazı insanlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, görevlerinin hakkını vermesini bilirler. Sabri Tandoğan’ın anlattığı şu ibretlik olay bu düşünceyi destekler:
Çin'de ihtilal olmuş, Maocu güçler imparatorluğu sona erdirmiş ve son imparatoru görevden alarak küçük düşürmek için bahçıvanlığa vermişlerdir.
Bir gün imparator, ağaçların dibini çapalarken, devrim muhafızlarından biri alaycı bir dille seslenir:
“Ooo, İmparator Hazretleri! Bu ne düşüş böyle? Dün Çin tahtındaydın, bugün çapa yapıyorsun.”
İmparator ise büyük bir nezaketle şöyle karşılık verir:
“Sayın muhafız, olaylara sizin gibi bakmıyorum. Dün imparator olarak görevimin hakkını vermeye çalışıyordum. Bugün bahçıvanım, yine görevimin hakkını veriyorum. Dün milletime muhataptım, bugün ağaçlara... Şimdi onlarla konuşuyor, onlara faydalı olmaya çalışıyorum. Dün mutluydum, bugün de mutluyum. Saygılarımı sunarım.”
Bu asil cevap karşısında muhafız utanır ve başını önüne eğerek oradan uzaklaşır.
Konfüçyüs’ün şu sözü de bu anlayışı pekiştirir:
“Yüksek bir makama sahip olmadığın için endişelenme; o makama layık olup olmadığın için endişelen.”
Velhasıl, bütün nasihatleri bir kenara bırakıp yalnızca şu ilkeyi esas alsak birçok şey kendiliğinden düzelir:
“İşi ehline veriniz.”
YORUM YAP