YAZARLAR

11 Nisan 2025 Cuma, 08:00

İnsanlık Onuru ve Devletin Kalbi: Sosyal Adalet Üzerine Düşünceler

Cuma Sohbetleri: Ahlak, Adalet ve Umut Üzerine

Devletin büyüklüğü, insanına gösterdiği saygıyla ölçülür. O saygının en belirgin yansıması ise, toplumun en zayıf halkasını bile güven içinde tutan bir sosyal adalet anlayışıdır.

“Her can kıymetlidir.”
Bu cümle ister evrensel hukuk ilkelerinde ister dinî öğretilerde olsun, insanın onurunu koruma iddiasındaki her sistemin temelini oluşturur. Ne var ki bugünün dünyasında, insan onurunun değeri ne yazık ki sahip olunan güç, servet ve statüyle doğru orantılı hale gelmiş durumda. İşte tam bu noktada, devletin asli görevi olan sosyal adalet, sadece ekonomik değil, ahlaki bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

Sosyal adalet, çoğu zaman yalnızca gelir dağılımı ya da refah politikalarıyla sınırlı bir kavram gibi görülür. Oysa bu kavramın özü, bireyin kimliği, mezhebi, cinsiyeti, yaşam tarzı ne olursa olsun onurlu bir yaşam sürebilmesini garanti altına alan yapının adıdır.

Sosyal Adalet Nedir, Neyi İfade Eder?

Sosyal adalet; gelir dağılımındaki eşitsizliği azaltmayı, fırsat eşitliğini sağlamayı, temel kamu hizmetlerine erişimde adaleti temin etmeyi içerir. Ama daha ötesi vardır: Sosyal adalet, toplumsal vicdanın kurumlaşmış hâlidir.

  • Bir annenin çocuğunu hastaneye götürürken cebine bakmak zorunda kalmaması,
  • Bir öğrencinin eğitime erişimde babasının mesleğiyle sınırlanmaması,
  • Bir emeklinin en az otuz yıllık emeğinin karşılığında başını dik tutabilmesi,

bunların hepsi sosyal adaletin somut örnekleridir.

İslam Geleneğinde Sosyal Adalet

Hz. Ömer’in halifeliğinde sokak sokak dolaşıp aç kalan çocuklara un taşıması, sosyal adaletin teorik değil pratik bir sorumluluk olduğunu gösterir. Zekât, sadaka, infak gibi ibadetlerin hepsi, ekonomik yapının kalbinde sosyal dengeyi hedefler.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
Onların mallarında, yoksulların ve muhtaçların bir hakkı vardır.” (Zâriyât Suresi, 19)

Buradaki ifade çok önemlidir: Yardım değil, hak. Yani sosyal adalet, lütuf değil; toplumun temel bir yükümlülüğüdür.

Güncel Durum: Türkiye’de ve Dünyada Sosyal Adalet Krizi

Bugün Türkiye’de sosyal yardımlar bir “bağımlılık kültürü” oluşturmakla eleştirilirken, kimi zaman da insan onurunu zedeleyen bir minnet ilişkisine dönüşebiliyor. Sosyal adalet, bireyi yardıma muhtaç hâle getirip orada bırakmak değil, onu ayağa kaldırmak, güçlendirmek ve katılımcı kılmaktır.

Dünyada da tablo farklı değil:

  • Afrika’da temel gıdaya ulaşamayan milyonlar,
  • Avrupa’da göçmen politikalarının dışlayıcı pratikleri,
  • ABD’de sağlık sisteminin gelir temelli ayrımcılığı...

Tüm bunlar, sosyal adaletin sadece ekonomik değil, sistemsel bir vicdan sorunu olduğunu gösteriyor.

Devletin Kalbi Nerede Atar?

Eğer bir devlet, yalnızca güçlü olanı koruyorsa; o devletin adaleti değil, menfaati vardır. Oysa gerçek adalet, sesini yükseltemeyenin sesi olabilmektir.
Devletin kalbi, yetimin gözyaşında, kimsesizin duasında, yoksulun umudunda atmalıdır. Bu anlayışla şekillenmiş bir yönetim modeli, yalnızca kalkınma değil, merhametle örülmüş bir medeniyet üretir.

Sonuç: İnsan Onurunu Koruyan Devlet, Yarınını Kurar

Bugün bir devletin büyüklüğünü savunmak istiyorsak, önce sokakta karşılaştığımız yaşlı bir vatandaşın yüzündeki gülümsemeden başlamalıyız. Çünkü sosyal adalet; kalemle yazılan değil, kalpte taşınan bir ilkedir. Ve o ilke, bir milletin gerçek güvencesidir.

Bu cuma, vicdan terazimizi bir de bu soruyla tartalım:
Adalet, yalnızca mahkemede mi olur; yoksa sofrada, okulda, hastanede de mi?

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (1)

  • Gazete ANKARA

    Blackeagle

    Değerli Oğuz Bey, sosyal adalet olgusunu çok güzel dile getirmişsiniz. Tebrik ederim.

    + Cevapla