Toprak… Yalnızca üzerinde yürüdüğümüz zemin değil; bir milletin hafızası, kimliği ve geleceğidir. Türkiye, bu gerçeği tam anlamıyla kavramadıkça, jeopolitik konumunun hakkını veremez. Oysa biz sadece geçmişi olan bir ülke değiliz; geleceği şekillendirecek bilgiye, birikime ve iradeye de sahibiz.

21.    yüzyıl, yalnızca bir teknoloji çağı değil; aynı zamanda kaynak yönetimi çağının başlangıcıdır. Dünya bir yandan dijitalleşirken diğer yandan toprak, su ve enerji gibi temel kaynaklarla sınanmaktadır. Türkiye için bu sınavın adı ise Arazi Yönetimi’ dir.

Arazi yönetimi, basitçe toprak parsellerinin kaydedilmesi değil; ekonomik kalkınmadan gıda güvenliğine, şehir planlamasından afet risklerinin azaltılmasına kadar hayatın her alanını etkileyen stratejik bir alandır. Ancak bugün elimizdeki bu kritik gücü etkili ve sürdürülebilir biçimde kullanabildiğimiz söylenemez. Plansız kentleşme, verimli tarım arazilerinin imara açılması, orman ve mera alanlarının tahribi… Tüm bunlar tek bir temel sorunun sonucudur: Arazi yönetiminde sistemsizlik.

Üstelik aktif fay hatları üzerinde bulunan bir ülke olarak, hâlâ tapu-kadastro uyuşmazlıklarıyla, çarpık kentleşmeyle ve riskli yapılarla boğuşuyor olmamız kabul edilemez. Deprem gerçeği karşımızda dururken, yanlış arazi kullanımı şehirlerimizi her an yıkıma açık hâle getiriyor.

Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın %75’i doğrudan veya dolaylı şekilde arazi yönetimiyle ilişkilidir. Bu konu sadece Türkiye’nin değil, insanlığın ortak geleceğiyle ilgilidir. Hollanda, Almanya, İsveç gibi ülkeler bu alanda yıllar önce kurumsal yapılar oluşturdu ve kalkınmalarını bu temelin üzerine inşa etti. Türkiye için de artık bu adımı atmak bir tercih değil, bir zorunluluktur.

Ankara merkezli kurulacak Arazi Yönetimi Enstitüsü;

• Tapu ve kadastro sistemlerini dijitalleştirecek,
• Tarım arazilerini koruyacak,
• Şehirleri afet risklerine karşı daha dayanıklı hâle getirecek,
• Orman, mera ve su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini sağlayacak,
• Bilimsel çalışmaları politika üretimine dönüştürecek bir bilgi üssü olacaktır.

Ancak mesele sadece teknik değildir. Bu bir millî güvenlik meselesidir. Çünkü toprağını doğru yönetemeyen bir millet, geleceğini de yönetemez.

Çevremize baktığımızda; Ortadoğu’da savaşlar, Afrika’da mülkiyet krizleri, Asya’da hızlı kentleşmenin yarattığı kaoslar gözümüzün önündedir. Türkiye yalnızca kendi sorunlarını çözmekle kalmayacak; bölgesel liderlik üstlenerek Türk Dünyası’na, Afrika’ya ve Orta Asya’ya bilgi ve çözüm üreten bir merkez haline gelecektir. Arazi yönetimi, artık diplomasinin de güçlü bir aracıdır. Mültecilere adil mülkiyet çözümleri sunmak, afet sonrası yeniden inşa süreçlerine katkıda bulunmak Türkiye’nin diplomatik etkinliğini artıracaktır.

Arazi Yönetimi Enstitüsü sadece toprak parsellerini düzenleyen bir kurum değil; Türkiye’nin egemenliğinin, gıda güvenliğinin ve ekonomik kalkınmasının teminatı olacaktır.

Buradan siyasetçilere, üniversitelere ve sivil toplum kuruluşlarına çağrıda bulunuyoruz: Bu mesele sadece mühendislik değil; millî güvenlik meselesidir. Gecikirsek, gelecek nesiller sadece plansız şehirlerde değil, güvensiz bir ülkede yaşamak zorunda kalacaktır.

Gelin, Türkiye’nin Arazi Yönetimi Enstitüsü'nü gecikmeden kuralım. Bunu yalnızca şehircilik için değil; Türkiye’nin bağımsız geleceği için yapalım.

Bu çağrı bir grubun, bir kurumun ya da bir akademisyenin değil; hepimizin ortak meselesidir. Çünkü bu mesele haritalardan, sınır çizgilerinden ibaret değildir. Bu, çocuklarımıza nasıl bir Türkiye bırakacağımızın meselesidir.

Çünkü bu toprakların sahibi biziz. Geleceği inşa etmek de bizim sorumluluğumuzdur.

Saygılarımızla...