YAZARLAR

21 Mayıs 2025 Çarşamba, 00:00

Türkiye'de Akademisyenlerin Ekonomik Dramı ve Bilimin Sessiz Çığlığı

Değerli okurlarımız, bugünkü yazımız; 15 Mayıs 2025 Perşembe günü Gazete Ankara’da yayımlanan “Unutulan Zihinler: Türkiye Akademisinin Sessiz Çığlığı ve Geleceğe Davet” başlıklı yazımızın bir devamı niteliğindedir. Bu yazı, bilim ve ahlak yolunda yürüyen akademisyenlerin yorgun çığlığıdır. Bir milletin asıl serveti olan bilgeliğin ve adanmışlığın, nasıl ekonomik çaresizliğe kurban edildiğinin sessiz tanıklığıdır. Ve bu yazı, sadece bir maaş meselesini değil; bir ülkenin kendi aklını, kendi geleceğini nasıl küçümsediğinin anlatısıdır.

Kalemin izzetini korumak, milletin geleceğini korumaktır.

Anadolu, bin yılı aşkın süredir ilmin, irfanın ve hikmetin toprağıdır. Bu topraklarda her medrese bir meşale, her âlim bir kandil, her üniversite bir zihniyet inşası olmuştur. Fakat bugün, o kandillerin ışığı sönmek üzeredir... O kandilleri taşıyan eller geçim derdiyle uğraşmakta, günü kurtarma telaşıyla yorulmaktadır.

Ülkemizin dört bir yanında, bir zamanlar gece lambası eşliğinde sabaha kadar kitap karıştıran hocaların izleri vardır. Ancak o izlerin bugünkü sahipleri artık kitap parası değil, elektrik faturasını nasıl ödeyeceğini hesaplamaktadır. Türkiye’de bir akademisyenin ekonomik gerçekliği giderek geçim mücadelesine dönüşmüş; ilim üretme çabası, borç çevirme gayretine evrilmiştir.

Kutadgu Bilig’den Günümüze: Âlimin Değeri Bilinmeli

Yusuf Has Hacib, 11. yüzyılda şöyle demiştir: “Bilgili kişi, gözü açık olan kimsedir; bilgisiz, karanlıkta yürür.” Bugün o gözü açık olan insanlar karanlıkta bırakılmakta; ilme emek veren beyinler, geçim kaygısı içinde yalnızlaştırılmaktadır. Üniversite koridorları, heyecanını yitirmiş ama umudunu yitirmemeye çalışan yüzlerce akademisyenle doludur. Oysa bir milletin alnı açık, başı dik durması; bilimin izzetini korumasına bağlıdır.

Mevcut Durum: Kervan Yolda Değil, Yokuşta Düzülüyor

Eğitim-Bir-Sen’in 2024 tarihli raporu, Türkiye’deki akademisyen maaşlarının Avrupa ve ABD’deki meslektaşlarının çok gerisinde kaldığını açıkça ortaya koymaktadır. Artan enflasyon, hayat pahalılığı ve döviz karşısında eriyen maaşlar, akademiyi bir meslekten öte “sabır taşına” çevirmiştir. İşte manzara:

  • Evladının harçlığını hesaplayan bir profesör…
  • Haftada kırk saat ders verip yine de geçinemeyen bir doktor öğretim üyesi…
  • Bilimsel kongreye gidemeyen, tezine kaynak bulamayan bir araştırma görevlisi…

Bu tablo sadece bireysel bir dram değil; ülkenin ilme verdiği değerin ve hürmetin aynasıdır. Oysa ilme değer vermek, geleceğe değer vermektir.

Akademisyenlerin yaşadığı bu durum basit bir maaş tartışması değildir. Bu mesele; bir milletin bilgiye verdiği önemin, liyakate duyduğu saygının ve adalete olan bağlılığının yansımasıdır:

  • Yetersiz maaşlar akademik üretkenliği azaltır.
  • Ek gelirlerin adaletsiz dağılımı motivasyonu kırar.
  • Bürokratik engeller bilimsel düşüncenin önüne duvar örer.
  • Liyakatsiz atamalar ilmin değerini aşındırır.
  • Uluslararası rekabette geri kalmak beyin göçünü hızlandırır.

Nitekim Mevlânâ şöyle demiştir: “Kimin hizmeti büyükse, onun ücreti de büyük olmalıdır.” Bugün bu sözün ruhuna aykırı bir yapının içindeyiz: Hizmet büyük ama takdir edilen ücret cılız; çaba büyük ama karşılık kırık dökük.

Ne Yapılmalı? Bir Diriliş İçin Atılması Gereken Adımlar

  • Maaşlar İnsanca Yaşama Uygun Hale Getirilmeli: En az yoksulluk sınırının 2-2,5 katı olacak şekilde akademisyen maaşları yeniden yapılandırılmalıdır. Bu bir lütuf değil, emek borcudur.
  • Ek Gelir Sistemi Adil ve Şeffaf Olmalı: Akademik teşvikler üretime dayalı, ölçülebilir ve liyakate uygun şekilde dağıtılmalıdır. Keyfilik, bilimin düşmanıdır.
  • Bürokrasi Bilime Hizmet Etmeli: Araştırma fonlarına erişim kolaylaştırılmalı, bürokratik engeller kaldırılmalıdır.
  • Liyakat, Sadece İlke Değil, Uygulama Olmalıdır: Kadrolar; siyasi ya da şahsi değil, bilimsel başarı ve etik değerlere göre belirlenmelidir. “Marifet iltifata tâbidir” sözü, yönetim anlayışına yön vermelidir.
  • Uluslararası Uyum ve Beyin Gücünün Korunması: Yurt dışına göç eden bilim insanları geri çağrılmalı, ülkede kalanlar maddi ve manevi olarak desteklenmelidir. Aksi takdirde Anadolu’nun beyin damarları kurur.

İbn Sînâ şöyle der: “İlim, insanı insan eder.” Eğer ilme sırt dönersek, insan kalabilme vasfımızı yitiririz. Türkiye, bilim insanlarına değer vererek sadece akademiyi değil, aynı zamanda insanlık onurunu da yüceltecektir.

Bugün akademisyene sahip çıkmak; yarının çocuklarına, teknolojisine, bilimine ve en önemlisi ülkenin geleceğine sahip çıkmaktır.

Şunu asla unutmamalıyız!
Bir milletin geleceği, öğretmenlerinin ve akademisyenlerinin maaş zarflarına değil; yüzlerindeki umuda, gözlerindeki ışıltıya bakılarak anlaşılır. Ve ne acıdır ki bugün o yüzlerde umuttan çok yorgunluk; gözlerde ışıltıdan çok yitiklik; idealizmden çok yılgınlık; bilgiye ulaşma arzusundan çok hayatta kalma mücadelesi vardır.

Artık bu sessiz çığlık duyulmalıdır. Çünkü ilim sahipsiz kalırsa, memleket gemisi rotasız kalır.

Saygılarımla.

Prof. Dr. O. Ayhan ERDEM
aerdem@gazeteankara.com.tr

{o0o}

Nerede Bir Zulüm Varsa, Çatışma Varsa, Adaletsizlik Varsa Sona Erdirmek İçin Biz Oradayız. 

Türkiye’nin Kalbi, Ankara’nın Sesi" olan Dijital Haber Portalı,

https://www.gazeteankara.com.tr

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)