YAZARLAR

10 Ekim 2025 Cuma, 00:00

"İnsanlar Yılanlara Bakarken, Yılan Oynatıcılarını Göremezler"

Bir meydanda toplanmış kalabalığı düşünün. Ortada sepetin içinden kıvrılarak yükselen bir yılan; izleyenler hayretle, biraz da korkuyla gözlerini bu sahneye dikmiş. Fakat kimse, elinde ney tutan, melodiyi yöneten ve yılanı hareket ettiren kişiye bakmaz. İnsan gözü, çoğunlukla tehlikeyi temsil edene kilitlenir; oysa oyunu kurgulayan, sahneyi düzenleyen, ritmi belirleyen arka planda, görünmezdir.

Toplumların yaşadığı büyük olaylarda da durum bundan farklı değildir. Hepimiz gündelik tartışmalarda, ekranlarda ya da sosyal medyada görünen “yılanlara” bakıyoruz: krizler, çatışmalar, ekonomik dalgalanmalar, politik söylemler… Ama bu yılanları oynatan, onları görünür kılan “oynatıcıları” çoğu zaman fark etmiyoruz. Dünya siyasetinde, ekonomik sistemlerde ya da kültürel dönüşümlerde “oynatıcıların” kim olduğu sorusu çoğu zaman göz ardı edilir. İnsan zihni görünene odaklandığından, perde arkasındaki güçleri görmeyi zahmetli bulur. Oysa toplumsal bilincin gelişmesi, sadece görünen figürlerle değil, onları sahneye süren aktörlerle ilgilenmekten geçer.

Psikoloji bize şunu söyler: İnsan korktuğu şeye bakar. Tehlike, dikkatimizi mıknatıs gibi çeker. Bu yüzden haberlerde en çok izlenen başlıklar felaketlerle ilgilidir. Ancak “yılan” ile ilgilenirken “oynatıcıyı” görmezsek, olup biteni tam anlamıyla kavrayamayız. Krizleri yöneten dinamikleri, bu krizlerden kimlerin yararlandığını ve hangi amaçlara hizmet ettiğini fark etmediğimizde, aslında seyirciliği seçmiş oluruz.

Tarih bize defalarca göstermiştir ki, bir toplumun kaderini belirleyen yalnızca sahnedeki görüntü değildir. Roma’da gladyatör dövüşleri halkı oyalarken senatoda kararlar alınıyordu. Osmanlı’da şenlikler sürerken sarayda diplomatik hamleler yapılıyordu. Bugün de farklı değil: ekranlarımızı dolduran tartışmalar, kimi zaman perde gerisindeki asıl hamleleri gözden kaçırmamıza neden oluyor.

Yılanın dansına dalıp kalmak kolaydır; çünkü göz alıcıdır, çünkü insanda ilkel bir korkuyu ve merakı aynı anda uyandırır. Ama asıl olgunluk, gözlerimizi gölgeden ayırıp melodiyi çalanı fark etmektir. Çünkü yılan yalnızca melodinin esiridir. İşte bu noktada sorulması gereken en önemli sorular şunlardır:

  • Bu yılan neden şimdi kıvrılıyor?”
  • “Bu melodiyi kim üflüyor?”
  • “Gördüğümüz şey hakikatin kendisi mi, yoksa yalnızca gölgesi mi?”

Platon’un mağara alegorisini hatırlayalım: Duvara yansıyan gölgeleri gerçek sanan mahkûmlar, hakikati değil, hakikatin bir izdüşümünü seyrederler. Biz de toplumsal yaşamda çoğu kez yılanın kıvrılışını gerçek sanır, melodiyi duymayız. Yılan gölgedir; oynatıcı ise hakikati belirleyen kaynaktır. Mevlânâ’nın ney metaforu ise bize hakikati duymanın yolunun gözden çok gönül kulağından geçtiğini hatırlatır. Neyin sesi, içimizde hakikate duyulan özlemi uyandırır; ama biz çoğu zaman sesin kaynağını değil, yalnızca kıvrılan bedeni izleriz.

Hakikate yaklaşmak, Doğu kültürünün dediği gibi “gönül kulağıyla dinlemeyi”, Batı kültürünü dediği gibi “gölgeyi aşmayı” gerektirir. Neyin sesine kulak vermek de mağaradan çıkmayı göze almak da aynı cesareti ister. Çünkü ikisi de insanı görünene teslim olmaktan kurtarıp hakikatin yolcusu yapar. Bu yolculuk bireysel farkındalıkla başlar, bilgiye ulaşma cesaretiyle devam eder ve toplumsal dayanışma ile olgunlaşır. Tek tek bireyler yılanın dansına kapılabilir; ancak birlikte düşünen, birlik olabilen insanlar oynatıcıyı görebilir.

Son söz olarak şunu söylemek gerekir: İnsanların yılanlara bakarken yılan oynatıcılarını görememesi insani bir eğilimdir. Fakat olgun toplumların görevi, gözlerini yalnızca kıvrılan gölgelerden ayırıp, elinde neyi tutanlara çevirmektir. Çünkü bilgelik, hakikate giden cesarette saklıdır ve ancak o zaman sahneyi değil, gerçeği görebiliriz.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

 

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)