Akıllı Şehirler Gerçekten Akıllı mı? Dijitalleşme Çağında Etik, Mahremiyet ve Yönetişim Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme
Son yıllarda dünya genelinde yerel yönetimlerin, planlama ajandalarının en üst sıralarında “akıllı şehir” kavramı yer almaktadır. Nesnelerin interneti (IoT), büyük veri analitiği, yapay zekâ destekli ulaşım sistemleri ve sensör temelli altyapılar; şehirlerin daha yaşanabilir, verimli ve sürdürülebilir hale gelmesi için önerilen araçlardır. Ne var ki bu araçsal bakış açısı, etik, mahremiyet, yönetişim ve yurttaşlık hakları gibi konuları çoğu zaman göz ardı etmektedir.
Akıllı şehir söylemi, günümüzde bir “ilerleme mitine” dönüşmüş durumdadır. Yüzeyde teknolojik gelişmelerle şekillenen parlak bir vizyon sunulmakta; ancak derin yapıda, bu sistemlerin hangi değerlere dayandığı, kimin adına ve nasıl işlediği soruları çoğu kez cevapsız kalmaktadır.
Modern şehircilikte “akıl” kavramı, teknik bir kapasiteye indirgenmiş durumdadır. Oysa felsefi anlamda akıl; yalnızca hesaplama değil, değerlendirme, yargılama, etik ilkeler doğrultusunda karar verme yetisiyle tanımlanmalıdır. Bugün “akıllı şehir” olarak nitelendirilen pek çok uygulama, bu derinlikten yoksun, yalnızca algoritmik karar alma süreçlerine dayalı sistemlerdir.
Bu bağlamda şehir planlamasında kullanılan “akıl”, insan merkezli değil; veri merkezli bir epistemolojik çerçevede şekillenmektedir. Bu durum, teknolojinin insanı güçlendiren değil, veriye indirgenen bir nesneye dönüştüren araçsal bir ideolojiye hizmet etmesiyle sonuçlanmaktadır.
Akıllı şehir uygulamalarının teorik temelleri, katılımcı demokrasi ve şeffaf yönetişim ilkelerine dayansa da, uygulamada ortaya çıkan yapıların çoğu gözetimci bir karakter taşımaktadır. Yüz tanıma sistemleri, biyometrik doğrulama altyapıları, kamusal Wi-Fi erişimlerinden elde edilen davranışsal veriler; vatandaşları “yurttaş” olmaktan çıkarıp “izlenen nesnelere” dönüştürmektedir.
Bu durum Michel Foucault’nun “panoptikon” kavramını hatırlatmaktadır. Yani birey, sürekli gözetlendiğini bildiği bir yapının içinde kendi davranışlarını içselleştirilmiş bir denetim mekanizması aracılığıyla düzenlemektedir. Buradaki tehlike, yönetişim ile gözetimin sınırlarının bulanıklaşması ve demokratik denetimden uzak, teknokratik bir veri iktidarının inşa edilmesidir.
Akıllı şehir uygulamalarının temelinde yatan en kritik sorunlardan biri veri mülkiyetidir. Toplanan verilerin kim tarafından işlendiği, hangi şirketlerle paylaşıldığı, ne kadar süreyle saklandığı gibi konular; çoğunlukla kamu denetimi dışında ve şeffaf olmayan sözleşmelerle yönetilmektedir.
Bu noktada “veri etiği” kavramı devreye girmelidir. Zira verinin anonimleştirilip anonimleştirilmediği, bireyin rızasının alınıp alınmadığı, verilerin üçüncü taraflarla paylaşım koşulları gibi unsurlar, yalnızca teknik değil, aynı zamanda hukuki ve ahlaki meselelerdir.
Eğer gerçekten “akıllı” şehirlerden söz edilecekse, bu kavramın sadece teknik değil; normatif bir çerçevede yeniden tanımlanması gerekmektedir. Bu bağlamda şu yapısal öneriler, etik ve demokratik bir dijital şehircilik için kaçınılmazdır:
· Veri Anayasası Hayata Geçirilmelidir: Hangi verinin neden toplandığı, hangi koşullarda saklandığı ve kimlerle paylaşıldığı kamusal düzeyde açıkça tanımlanmalı, anayasal güvence altına alınmalıdır.
· Bağımsız Etik Denetim Kurulları Kurulmalıdır: Şehirlerde yürütülen tüm dijital projeler, sadece teknik uzmanlarca değil; etikçiler, hukukçular, sosyologlar ve yurttaş temsilcileri tarafından oluşturulan bağımsız kurullarca izlenmelidir.
· Yurttaş Onayı ve Denetimi Esas Alınmalıdır: Verisi işlenen birey, bu süreç üzerinde söz hakkına sahip olmalı; verisinin nasıl kullanıldığını denetleyebilmeli, gerektiğinde müdahil olabilmelidir.
· Şeffaflık Temel Yönetim İlkesi Olmalıdır: Kamu kurumları ile özel sektör arasında yapılan veri paylaşım protokolleri kamuya açık olmalı; hesap verebilirlik, yalnızca teknik bir yeterlilik değil, demokratik bir yükümlülük olarak görülmelidir.
Sonuç: Akıllı Şehir Değil, Ahlaklı Şehir
Geldiğimiz noktada teknolojik altyapılarla donatılmış şehirlerin “akıllı” olup olmadığı sorusu, aslında daha derin bir soruyu da içinde barındırmaktadır: Şehirlerimiz ne kadar insanî, ne kadar adil, ne kadar demokratik?
Zira teknoloji, yalnızca bir araçtır. Hangi amaçla ve kimin kontrolünde kullanıldığı belirleyicidir. Eğer bu araçlar insan onurunu gözetmeyen, mahremiyeti ihlal eden, demokratik süreci araçsallaştıran sistemlere evriliyorsa; mesele, teknolojik yeterlilik değil, etik yetersizlik haline gelir.
Bu nedenle çağın şehircilik anlayışı, yalnızca altyapıya değil; aynı zamanda insan haklarına, katılımcılığa ve etik ilkelere dayalı bir medeniyet tahayyülüne yaslanmalıdır. Aksi takdirde akıllı şehirler, modern çağın dijital cezaevlerine dönüşebilir.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP